Çarşamba, Aralık 30, 2009

M. ŞEHMUS GÜZEL'DEN: "PARİS’TE REMZİ RAŞA İLE"...

Dün adeta yeni yıl armağanı gibi bir içerik geldi.
Akademisyen yazar Sayın Şehmus Güzel'den. Aslında onun yazısından -bundan bir önceki haberde- alıntı yaparken tedirgin olmuştum biraz... Alıntı her ne kadar "makul" ölçüde ve kaynak göstererek yapıldıysa da "gene de benden izin almanız gerekirdi" derse diye düşünmedim değil. Bu yüzden hem alıntıyı yapıp hem yayınlayıp, sonra da onu şahsen tanıyor olabileceklere sormaya niyetleniyordum ki dün kendisinden bir e.posta mesajı geldi. Çok sevindim. Tesadüfen bulduğu bu sitede kendi içeriğine gönderme yapılmasına kızmadığı gibi, hoşuna bile gitmiş. Hatta tamamı burada yayınlanmak üzere aşağıdaki yazısını ve iki de resim göndermiş. Paris'te yaşayan Ressam Remzi Paşa'dan sözediyor. Çok teşekkür ederek hemen paylaşıyorum "Web'de Kültür Sanat"ın sevgili okurları ve muhtemel ziyaretçileriyle. 2010 herkes için aydınlık bir yıl olsun! Tekrar teşekkürler Sayın Güzel!


 "PARİS’TE REMZİ RAŞA İLE"...


Salı saat 13’e doğru Remzi’nin atölyesine vardım. Selam sabahtan, ülke ve dünya haberlerinden sonra, peynir, domates, ekmek ve benzeri şeylerden oluşan öğlen yemeğini acele tarafından halletmek üzere oturduk. Daha öğlen yemeğini bitirmemiştik ki Remzi’nin atölye öğrencilerinden Paule günaydın diyerek giriverdi. Biz yemeğimizi bitirirken ve Remzi’nin o tarihî cezvesiyle yaptığı «Entekeçe» tarafından kahveyi içerken Paule öğleden sonraki «etüdün» hazırlığına girişti.

Remzi’nin atölyesinde duvara yaslanmış uzun ceviz masanın üstüne fiyakalı bir örtü serdi. Onun üstüne de değişik türden meyveler. Bugün çünkü etüd konusu «nature morte». O bunlarla uğraşırken Frédérique geldi. Paule’le Frédérique  Remzi’nin atölyesinin altındaki «cave»a indiler, her öğrencinin ayrı ayrı resim çantaları, şövaleleri alınıp atölyeye çıkarıldı, birer ikişer. Bugün dört öğrenci olacak. Marie’nin sergisi  sürüyor ve onun orada «nöbet tutması» gerekli olduğundan mazereti var ve mazereti kabul edildi. Başka bir öğrencisinin annesi hasta, o da mazeretli, onun da mazereti kabul edildi. Bu soğuk Aralık gününde ve hele H1N1 nam virüsün insanlarla köşe kapmaca oynadığı zulüm anlarında anneleriyle ilgilenen bütün öğrenciler, yaş, cins ve sınıf farkı gözetilmeden tebrik ediliyor. Kimbilir bakarsınız örnek olsun diye bir veya ikisine légion d’honneur bile verilir.

Evet öğrenci kadrosu tamamlanmak üzere. İşte Gilberte de geldi. Sonra bir öğrenci daha de. Kaç kişi olduk ? Dört öğrenci, Remzi ve ben. Toplam altı kişiyiz. Şövaleler kuruldu. «Nature morte» hazır. Öğrencilerin kimi fırçalarını hazırlıyor, kimi boyasını denetliyor. Paule soruyor «Sarım yeter mi ?»

Remzi veya Remzi Raşa, Paris’in ve büyük ihtimalle Fransa’nın en tanınan Kürt ressamı. 1971’de Laon Ulusal Müzesi’ndeki kişisel, 1978’de Dourdan Müzesi’ndeki retrospektif sergisinden sonra onu tanımayan kalmadı. 1980’de ikisi kişisel altı sergi yaptı. 1981’de beş sergiye katıldı. 1982’de üç kişisel sergi açtı. Paris’te ve başkent dışında. Evet Remzi ve resmi buralarda tanınıyor. İlgi görüyor. Övülüyor.

Remzi ilk sergisini Mayıs 1947’de 19 yaşındayken Antakya’da açan ve hayatını katıksız bir biçimde resme adayan bir resim delisidir. 1947-1953 arasında İstanbul Güzel Sanatlar Akademesi’nin lise ve yüksek bölümlerinde okudu. Diplomasını cebine koyar koymaz soluğu Paris’te aldı : Resmin yatağında, sanatın merkezinde... Geliş o geliş. 1965’te «askerlik görevini yapmadığı gerekçesiyle» yurttaşlığını «kaybetti». Bu deyişler o günlerdeki resmi belgelerden. Hayatını gözü kapalı resme adamış adama bir fırça ve istediği kadar boya verin başka şey istemez...

Ben geçmişle söyeşirken öğrencilerinin mırılmırıllarını duyuyorum aniden: Remzi, Paule ile çizdiğini konuşuyor :

Paule : «Hayır burayı tamamen sarıya boyayacağım...»

Remzi «Bilmem ki ? Ama bak orada bu böyle değil...»

Paule : «Olsun ben kafama göre çizmek ve oraya ille sarı koymak istiyorum..»

Mırılmırılmırılmırıl

Gilberte fena halde kaptırmış. Frédérique ayakta çalışan ve ayakta  çizen tek öğrenci. Asında öğrenci demek göreceli bişey. Çünkü Remzi’nin yıllardan beri öğrencisi olan bu bayanlar aynı zamanda kendi çaplarında tanınıyorlar  ve her biri birkaç sergi açtı. Yani o kadar da «civciv» sayılmazlar. Ama Remzi ile ilişkileri usta çırak ilişkisi. Eniyi tarafından. Remzi herbirine kimi galerinin kapısını açmaktan da çekinmedi. Böyle usta da hani az bulunur. Remzi İGSA’de Bedri Rahmi atölyesinde geçirdiği zamanları anımsıyor mutlaka : «Renk reis renk !» diye gümbür gümbür gümbürdeyen bir Bedri Rahmi de öyle kolay kolay unutulmaz.  Hele Eyüb’teki «peyzaj günleri». Remzi anımsıyor : «Şehmus biliyor musun bir gün Bedri Rahmi bana ‘Bina çizmek yasak !’ dedi ve o gün bina çizmeyi bıraktım...»

Öğrenciler ustalarını unutmazlar. Zaman akar geçer... Saat 18’e doğru Remzi’nin öğrencileri fırçalarını temizlediler, boyalarını topladılar, sövaleler katlandı ve tümü  gelecek salıya kadar «dinlenmek» üzere «cave»a indirildi...

Sonra Remzi, Gilberte, eşim ve ben birlikte çıktık. Bu 15 Aralık 2009 saat 18’den itibaren  La Capitale Galerie’de «Poétique du Regard» («Bakışın Şiirselliği» diye çevirelim mi ?) toplu serginin açılışı var. Hep birlikte oraya gidiyoruz. Yirmiden çok ressamın tabloları arasında Remzi’den üç eser sergileniyor. Bir «Manzara», bir «Çiçekler», bir de Korsika’daki tatil günlerinden miras «Balkondan Ağaçlar». Galeriye girince ev sahibi Faik Bazencir karşıladı bizi. Bu galerinin sahibi Faik’se, hamisi de Remzi’dir mutlaka.

Açılışta iyi şair Halil Uysal, Vlada, Ludmila, Françoise, Nadine, Gustav, Jean gibi Remzi’nin ve Faik’in dostları, Faik’in kardeşi ressam Murat ve daha pek çok insanla ayak üstü sohbet ediyoruz. Halil Uysal gençlik arkadaşı Cemal Süreya’dan söz ediyor ve adı geçen her şairin enaz üç şiirini okumak ta farz olduğu için Halil, Cemal Süreya’dan üç, derken beş şiir patlatıyor. Uçuyoruz : Afrika filan derken bir de bakıyoruz ki Sivas ile Ankara arasında şirin bir yere varmışız. Tam kapıdan girerken  «Hoppp !!!," diyor Cemal Süreya : "Buradan ötesi için de Halil’in üç şiir patlatması lazım.» Halil bu «Dostumun hatırını kıracağıma kafamı kırarım!» deyip üç şiirini söylüyor. Biz mest oluyoruz. Sohbet derinleşince artık oturuyoruz... Remzi de bize ve sohbetimize katılıyor... Vlada fotoğraf çekiyor sürekli devrim sanırsınız. Remzi, «Ülkedeki dostlarım meraklanmasınlar, diyor, yakında Artisan Sanat Galerisi’ndeki karma sergide onlara da merhaba  demek olanağı bulacağım.»  Remzi Artisan’daki sergisiyle İstanbul günlerinin dostları Orhan Peker, Bedri Rahmi, Turan Erol ve diğerleriyle buluşacak. Hasret giderecek. Bu sadece tablolar arasında kalsa bile buluşma buluşmadır. «Üçüncü tip buluşma» diyelim mi ? Parisliler de üzülmesinler, çünkü ocak veya en geç şubat 2010’da Montparnasse Müzesi’nde düzenlenecek toplu sergide Remzi birkaç yapıtını  görücüye çıkaracak. Duyduk duymadık demeyin. «Ah ! diyor Remzi, bir de canım gibi sevdiğim kız kardeşlerim gelebilseler.» 

Eyfel Kulesi eğiliyor, Remzi’nin mesajını alıyor, güvercinlerinin sol ayak bileklerine iliştiriyor : O anda olanlar oluyor : Paris havalarından iki güvercin kanatlanıyor : Biri Batı’ya biri Doğu’ya pırrrrr...


* * * * 


"Web'de Kültür Sanat" Notu:
Bu yazıyı okuyan, Sayın Güzel'in şimdiye kadar hiçbir yerde yayınlanmamış şu makalesini de okumaktan çok tad alacaktır herhalde:

Çarşamba, Aralık 09, 2009

"TÜRK MEVSİMİ"NDEN İZLENİMLER: KARABUDA, ORNAMENTA ve CAMONDO SERGİLERİ...

"Türkiye Mevsimi" Fransa'nın dört bir tarafında ve elbette Paris'te de "Türk Mevsimi" başlığıyla sürüyor... Bu iş kimilerine göre boşuna çaba. Kimilerine göre kesinlikle işlevsel. Kimilerine göre daha çok Türklerin rağbet ettiği bir dizi etkinlik...

Biz de geçen hafta kısa bir Paris gezisinde bunlardan ikisinin açılışına katıldık, birini de uzun uzun gezdik...

GÜNEŞ KARABUDA SERGİSİ

İlki -ki asıl gidiş nedenimiz- Güneş Karabuda'nın objektifinden "Yaşar Kemal'in 50 Yılı" başlıklı fotoğraf sergisiydi. "ELELE" Derneği'nin (Rue Martell, 8) merkezindeki serginin 28 Kasım 2009, Cumartesi akşamı yapılan açılışı, olağanüstü rağbet görmüştü. "Türk Mevsimi"nin 24-29 Kasım arasındaki bölümüne "Yaşar Kemal Mevsimi" dedirtecek kadar önemli etkinliklerde bizzat yerini alan Yaşar Kemal, ELELE'nin küçük salonuna girerken uzun alkışlarla karşılandı. Belki bu ana en iyi Prof. Dr. Şehmuz Güzel'in kaleminden tanık olunabilir:


"...derken alkışlar koptu aniden... O ana dek tıklım tıklım dolu, saat 19 olmalı, salonun önünde alkışlar sürüyor. Bu gelen Yaşar Kemal halayıdır. Belli oldu. En başta kasketiyle herkesten yirmi santim kadar farkla başı ve yüzü görülen ve sanki küçük insan denizinde bir Kağıthane kayığı gibi anlı ve şanlı, asil ve sevimli, halktan, bizden, dünyadan Yaşar Kemal Usta. Yanında eşi, hepimizin sevgilisi Ayşe Baban. İkisi de haşmetli. Yaşar Abi’nin sesiyle salonda bir Toros rüzgarı esti ki sormayın kardeşlerim: Mis gibi kekik kokusu. Yoğurt buz. Yılanların her biri bir köşeye kaçıştı. Alt kata inmeleri mümkün değil. Alt kat kitaplar ve kitapseverler tarafından doldurulmuş. Ragıp Duran ve Altan Gökalp, Yaşar Kemal ve Ayşe Baban’ın arkasındalar ve her yönden, ama bilhassa soldan gelen dalgalarla baş etmeye çalışıyorlar. Bu halay kardeşlerim salonun ana kapısından girdi... Güneş Karabuda da orada ve 'Elli Yıldan Bugüne Portreleriyle Yaşar Kemal' sergisinin açılışını böylece Yaşar Abi’yle birlikte yapıyor. Bu son derece başarılı, kimi ortak hafızamıza mal olmuş fotoğraflara baka baka bir tur attı Yaşar Kemal..."

Paris'te 14 Aralık'a kadar açık olacak bu sergi aslında daha önce Güneş Karabuda'nın İstanbul'daki diğer sergileri gibi İstanbul'da, Yapı Kredi Kültür merkezinde açılacaktı. Nedense olmadı. Duyduğumuza göre şimdi bu konu tekrar gündemde imiş ve daha geniş bir seçki ile İstanbul'a gelecekmiş... Umarız gelir...


"ORNEMENTA PARİS/İSTANBUL"
Paris Atölyesi'nde ("Ateliers de Paris", 30, Rue de Fauborg Saint-Antoine) yer alan "Ornementa Paris/İstanbul" adlı serginin 1 Aralık 2009, Salı açılışına da Koray Özgen'in daveti üzerine gittik...

Özgen, bu sergiye ŞişeCam için yaptığı ve "Seraphim" adını verdiği rakı şişesi tasarımıyla katılmıştı...
Sergi Paris ve Türkiye'den tasarımcıların süsleme sanatı üzerine yaptığı çalışmaları içeriyordu... Çalışmalarını Paris Atölyesi'nde sürdüren tasarımcı Arzu Firuz'un öncülüğünde düzenlenen bu tasarım sergisinde Türkiye'den Dice Kayek, Ela Cindoruk, Erdem Akan, Özlem Süer ve Defne Koz gibi ünlü tasarımcıların yanı sıra Paris'ten aralarında Warmi, Valerie Boy ve Sophie della Rosa'nın da bulunduğu altı tasarımcının projeleri yer alıyordu. "Ornementa Paris/İstanbul" sergisi de 30 Ocak 2010 tarihine kadar gezilebiliyor...

"KONSTANTİNOPOL'DEN İSTANBUL'A KAMONDOLAR"...


Gunes ve AyYahudi Sanatı ve Tarihi Müzesi, Versailles Sarayı, D'Orsay Müzesi, Louvre Müzesi ve Kamondo Müzesi'nin işbirliğiyle 19. yüzyılda İstanbul'un şehir planlamasına önemli katkılarda bulunan Osmanlı kökenli Kamondo Ailesi'nin öyküsünü konu eden ve 26 Kasım'da açılan "İstanbullu Bir Yahudi Ailenin Öyküsü: Kamondolar ve Sanat Hamilikleri" başlıklı bu sergi Yahudi Sanatı ve Tarihi Müzesi'nde yer alıyordu (71, Rue de Temple, Marais). 7 Mart'a kadar açık olan bu sergide Osmanlı kökenli Kamondo Ailesinin üç - dört kuşak yaşam öyküsü izlenebilirken, Yahudi kültürü, finans sektörü ve "sanat"ın bir yatırım aracı olarak nasıl da değerlendirildiğine pek güzel tanık olunabiliyor. Diğer zamanlarda Louvre Müzesi'nde bulunan ve bu sergi için yollanmış onca tablo ve heykel bir yana, sadece sanatlı kravat iğneleri koleksiyonu bile bakanları mest etmeye yeterdi... Tabii, biz "Türkler" olaraktan, sergi girişindeki panolarda yer alan "Kamondo'ların Paris'teki evleri bir müzeye dönüşmüş, ancak İstanbul'daki evleri korunamayıp,
şimdi otel olmuştur
" yollu açıklamalardan bir "gol yemişlik" duygusuna kapılmamışsak... Oysa hanları restore edildi, Tugay'lar sayesinde de kitaplaştı...

Eh, merdivenlerin durumu da şu önündeki tenekeler, ortasındaki direkler filan olmasa çok fena sayılmaz hani!!!

Aaah ah...



Pazartesi, Kasım 16, 2009

YENİ BİR YURT EDİNMEK


61 dakika, 2006

Anadolu Rumları'nın 1922'deki zorunlu göçünü anlatan “Yeni Bir Yurt Edinmek” Türkiye'den Yunanistan'a zorunlu göç eden Rumların öyküsüne yer veriyor.

Belgesel, onların anlatımıyla göçlerine, Yunanistan’daki yurtlarını nasıl zorluklarla kurduklarına tanıklık ediyor ve neden en kararlı "özgürlük savaşçısı" olduklarını anlatıyor.
Söyleşi: Enis Rıza
1948 yılında doğdu. Lise ve üniversite yıllarında fotoğraf ve tiyatroyla ilgilendi. 1969 yılında kısa ve belgesel film çalışmalarına başladı. "Genç Sinema" hareketi içinde yer aldı. Sonraki yıllarda belgesel sinema alanının yanı sıra yayın faaliyetlerini de yürüttü. Kuramsal ve uygulamalı olarak "sözlü tarih" çalışmalarıyla, göç, sokak çocukları, sosyal tarih konularına yoğunlaştı. Ekibiyle Türkiye'nin çeşitli yörelerinde gerçekleştirdiği "sözlü tarih ve belgesel atölyeleri" bu sürecin bir parçası oldu.

1996 yılında Belgesel Sinemacılar Birliği'nin aktif kurucuları arasında yer alarak sözcülüğünü ve yönetim kurulu başkanlığını üstlendi. Filmleri, ulusal ve uluslararası festivaller, özel organizasyonlar ve televizyonlarda gösteriliyor. Enis Rıza, Marmara Üniversitesi'nde belgesel sinema dersleri veriyor. Belgesel film çalışmalarını sürdürüyor.

Bu etkinlik “Rumlarla İlgili Önyargilari Yenmek Güveni Yeniden İnşa Etmek” projesi kapsaminda Babil Toplum, Kültür Sanat Derneği tarafından Anna Lindh Vakfı desteği ve Tarihi Sümerbank Binası’nın ev sahipliğinde gerçekleştiriliyor...

Perşembe, Ekim 22, 2009

CHAGALL İSTANBUL'da

''Beni sadece sevgi ilgilendirir ve sadece sevdiğim şeylerle ilişki halindeyim'' diyen 20. yüzyılın ünlü ressamlarından Marc Chagall'in İsrail Müzesi'ndeki eserlerinden oluşan ''Chagall: Yaşam ve Aşk'' adlı sergi, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi'nde açıldı.
Kaynak: Cumhuriyet Portal

Perşembe, Ekim 15, 2009

Bruce Byers Photograps: ISTANBUL

Bruce Byers Photographer

Bruce Byers Photographer

Bruce Byers Photographer
Sevgili Deniz Asutay'ın arkadaşı, onun tavsiyesiyle İstanbul'a geldi...
Gelir gelmez de izlenimlerini "Blackberry"siyle web günlüğüne taşımaya başlamış...

KEMALETTİN TUĞCU ANILIYOR...

"Kirpiklerinin ucunda gözyaşları düşmeye hazır" çocuk kahramaları ile büyümüştük onun...
"Zavallı Necdet" onlardan biri miydi? Şimdi anımsamıyorum...
Ama onu anmak için "Çocuk Vakfı" bir buluşma düzenlemiş...
Şöyle diyorlar:
      "VEFA ÖDEVİ
TÜRKİYE’NİN  EN  ÇOK  OKUNAN  ÇOCUK  YAZARI
KEMALETTİN  TUĞCU
VEFATININ  13.  YILINDA  ANILACAK
      18 Ekim 1996’da vefat eden Türkiye’nin en çok okunmuş çocuk kitabı yazarı  Kemalettin Tuğcu, vefatının 13. yılında Çengelköy Mezarlığı’nda ailesi ve Çocuk Vakfı’nca düzenlenecek bir törenle anılacak. Mezarı başında yapılacak törene ailesi, dostları, çocuk ve ilkgençlik kitabı yazarları katılacak.
      1902-1996 yılları  arasında yaşayan Kemalettin Tuğcu, 300’ün üzerinde çocuk kitabına imza atmıştı. 
          Anma Töreni:
          Tarih: 18 Ekim 2009, Pazar,  Saat: 13.00, Yer: Çengelköy Mezarlığı "...

"BU SESİ GÖR"! (SEE THIS SOUND)

Algının yeni modları... Görülen ve Duyulan...
"See This Sound", Linz (Avusturya) kentindeki Lentos Müzesi'nde şu sıralar açılmış bir serginin başlığı...
Sergi için hazırlanan web sitesi:
See this Sound | Ausstellung | Webarchiv | Symposium | ab 28. August 2009
İngilizcesi yakında yayına girecek olan bu sergi hakkında Rhizome açıklaması da şurada:

There seems to be an unshakable division of labor between two of our major senses. 'Sight and Sound' and 'Audio and Visual,' are often paired as binary opposites, understood both as semantically and biologically distinct yet totally interdependent. “See This Sound,” an exhibition currently on view at the Lentos Museum in Linz, Austria, delves deeply into this co-dependent relationship. Far from another "art and music" show, the exhibition looks at numerous cultural, metaphysical, biological and neurological explorations of these senses – and how artists have mined them for decades. By highlighting their distinct and convergent streams of influence, “See This Sound” uses sight and sound as a metaphor for similar divisions and dependencies between "visual," "sound" and "media" art.
...devamı

Cumartesi, Eylül 26, 2009

Çarşamba, Ağustos 26, 2009

Perşembe, Ağustos 06, 2009

HELEN KARABUDA'DAN: "GALAMANTA"

İsveçli balerin / dansçı Helen Karabuda, çalışmalarını artık koreograf olarak sürdürüyor. Helen'in son koreografisi, içinde fiziksel engelli oyuncuların da rol aldığı "Galamanta"...
Gala, 15 Ağustos 2009'da "Stockholm Central Station"da Stockholm Kültür Festivali kapsamında yapılacak...

Helen bu projenin kendisini şimdiye kadar en çok heyecanlandıran çalışma olduğunu belirtiyor...



In the present project "Galamanta", Share Music Sweden works with the internationally renowned trombonist, composer and conductor Christian Lindberg, Swedish Wind Ensemble and the choreographer Helene Karabuda. The project will result in a commissioned piece of work for the Wind Ensemble and participants from Share Music.

La Biennale di Venezia - Home

La Biennale di Venezia - Home

Pazartesi, Haziran 08, 2009

"GEÇMİŞLE KOLKOLA"; Güneş Karabuda'nın Yaşam Öyküsü


Cem Yayınevi'nden çıktı...

Gazeteci, fotoğraf sanatçısı, belgesel film yönetmeni ve yazar Güneş Karabuda´nın anlamlı yaşamı, bir ömre sığmayacak yoğunlukta... Gülseren Engström bu kitapta, yarım asra damgasını vuran olay ve kişileri Karabuda'nın tarafsız ve duyarlı gözünden izleme olanağını sunuyor bizlere. Engström, siyasal ve toplumsal açıdan dönüm noktası sayılabilecek olaylara tanıklık eden Karabuda'nın yaşamöyküsünü, doğduğu İzmit Devlet Hastanesi´nden başlayarak anlatıyor...

Şu anda Paris, Stockholm, İstanbul üçgeninde yaşayan, çocukluk arkadaşlarının gevrek kahkahalarını özleyen, İsveçlilerin hakseverliği ile sadeliklerini seven, Paris´teki anılarına tutkun, her şeyden önce kalbi Beyoğlu´nda atan Güneş Karabuda´nın anlattıkları, yakın tarihimizi daha iyi anlamamıza katkıda bulunacak...

ISBN : 975-406-866-6, ISBN 13: 9789754068665, 192 SAYFA, 15,5 x 24 CM, 1.hamur

Bu arada Güneş Karabuda'nın torunu Emil Karabuda da liseyi bitirip olgunluk sınavı ("bakelorya") diplomasını 5 Haziran 2009'da aldı! Emil, dedesi gibi duyarlı ve çok yönlü bir genç!

Perşembe, Mayıs 14, 2009

POLAR MÜZİK ÖDÜLLERİ 2009 JOSÉ ANTONIO ABREU & EL SISTEMA ve PETER GABRIEL'E

José Antonio Abreu and El Sistema Citation:

The Polar Music Prize 2009 is awarded the Venezuelan conductor, composer and economist José Antonio Abreu. Driven by a vision that the world of classical music can help improve the lives of Venezuela�s children, he created the music network El Sistema, which has given hundreds of thousands the tools to leave poverty. José Antonio Abreu�s successful creation has promoted traditional values, like respect, fellowship and humanity.

His achievement shows us what is possible when music is made the common ground and thereby part of people�s everyday lives. Simultaneously, a new hope for the future has been given children and parents, as well as politicians. The vision of José Antonio Abreu serves as a model to us all.

Peter Gabriel Citation:

Peter Gabriel is being awarded the Polar Music Prize 2009 for his ground-breaking, outward-looking and boundary-busting artistry. As a composer, artist and person, Peter Gabriel has not only had a significant influence on the development of popular music � he has redefined the very concept. Peter Gabriel does more than just intertwine music, voice and images � his music is at once a megaphone for the global society and its most unflinching critic. Peter Gabriel�s artistry presents us with world music in its most meaningful sense.

The laureates will receive the prize from His Majesty King Carl XVI Gustaf of Sweden at a gala ceremony at the Stockholm Concert Hall to be followed by a celebratory banquet at Grand Hôtel on Monday 31st of August. The ceremony will be broadcast live on national television (TV4). Later in the evening, a summary of the ceremony and the banquet will be broadcast. The event attracts international media, members of the international music business, celebrities, artists, musicians, government ministers, politicians and leading members of society and industry.

Each recipient receives a total amount of one million SEK which is equivalent to approximately USD 122 000 or EUR 92 000.

The Polar Music Prize was founded in 1989 by the late Stig �Stikkan� Anderson, a true legend in the history of popular music. Stig Anderson was the publisher, lyricist and manager of ABBA, and he played a key role in their enormous success. The name of the prize stems from Anderson�s legendary record label, Polar Music.

The Polar Music Prize is an international music prize which is awarded to individuals, groups or institutions in recognition of exceptional achievements in the creation and advancement of music.

The Polar Music Prize awards two laureates in order to celebrate music in all its various forms and to emphasize the original intention of the Polar Music Prize: To break down musical boundaries by bringing together people from all the different worlds of music.

The board of the Stig Anderson Music Award Foundation consists of representatives from the Stig Anderson family, SKAP (The Swedish Society of Popular Music Composers) and STIM (The Swedish Performing Rights Society). The task of scrutinizing nominations submitted and selecting the ultimate laureates is empowered The Polar Music Award Committee comprising of internationally renowned artists and musicians as well as other key figures in the music industry.

Today, the Polar Music Prize has become one of the most prestigious music prizes in the world. The list of laureates speaks for itself:

Sir Paul McCartney, Dizzy Gillespie, Witold Lutoslawski, Nikolaus Harnoncourt, Quincy Jones, Mstislav Rostropovitch, Sir Elton John, Joni Mitchell, Pierre Boulez, Bruce Springsteen, Eric Ericson, Ray Charles, Ravi Shankar, Iannis Xenakis, Stevie Wonder, Bob Dylan, Isaac Stern, Burt Bacharach, Robert Moog, Karlheinz Stockhausen, Sofia Gubaidulina, Miriam Makeba, Keith Jarrett, B.B. King, György Ligeti, Gilberto Gil, Dietrich Fischer-Dieskau, Valery Gergiev, Led Zeppelin, Sonny Rollins, Steve Reich, Renée Fleming and Pink Floyd have all been bestowed with the Prize since its inception in 1992. In 1992, the Baltic States were also awarded the Prize to encourage them in their work for protection of copyright.

Çarşamba, Mayıs 06, 2009

WEB GÜNLÜĞÜNDEN KİTABA: DÜŞLER VE GÖRÜŞLER



“…bırakalım şeffaflığı vergi mükelleflerine. Duygu ve fikir mükelleflerinin ise kara kutularının tadını bilelim, açmaya çalışmadan.”

Kitap içerikleri web'e taşınadursun, Ahmet Cafer Çelebiler de "Dreams and Perception" başlıklı web günlüğünü kitaba dönüştürmüş: "Düşler ve Görüşler"... Çok sevindim çünkü ülkemizde nitelikli web günlüğü içeriklerinin herkes ya da gerçek ilgilileri tarafından farkedilmesi önemli ve onların çoğu çevrimiçi değil...

Basın Bülteni'ndeki açıklama da şöyle:

Açılmayan Kara Kutular: Düşler ve Görüşler

Ahmet Cafer Çelebiler’in, metafizik yönünün de hayli ağır bastığı düzyazı ve şiirlerini derlediği Düşler ve Görüşler, seyahat anılarında da ifade ettiği gibi “incelenmesi, on adım geriye giderek temaşa edilmesi gereken” fikirlerin samimi bir dille aktarıldığı özenli bir eser.

Ahmet Cafer Çelebiler tarafından kaleme alınan Düşler ve Görüşler, gerçeklik duygusu yaratma kaygısı gütmeden, gerçeğin kendisini değil yazar tarafından görülen ve anlatılan imgelerini okurlarıyla paylaşıyor. Dil ve gerçeklik arasındaki kopukluk arasında kendi zihni içinde köprüler kuran yazar, gözlem sürecinin öznesi olarak yazıyor.

Düzyazı ve şiirlerinde Çelebiler, Holmes’un kara kutu veya zihin dediği yerde gözlediklerinden aldığı mesajları kendi algı süzgeçlerinden geçirerek duygularının, anılarının ve diğer yazınsal birikimlerinin üzerinden yeniden kodluyor. Mutluluk ve giz çözmenin insanlığın en değerli amacı olduğuna inananlara bir de sonuca varmaktan çok süreci yaşamanın anlamını hatırlatıyor: “…bırakalım şeffaflığı vergi mükelleflerine. Duygu ve fikir mükelleflerinin ise kara kutularının tadını bilelim, açmaya çalışmadan.”

İnsan ve kader üzerine eğilirken çok sesli olmayı başaran Çelebiler’in Düşler ve Görüşler’i, Orhan Veli Kanık’ın sadece nasırlarından şikayet ederek yaşayan ya da sadece öyle var olarak ölüp gitmiş Süleyman Efendi’si ile T.S. Eliot’ın toplumsal bakışın iğne gibi delerek geçtiğini hissederek yaşarken ölüme yaklaşan J. Alfred Prufrock’unu aynı metinde buluşturarak okurların tematik ve biçimsel düzeyde başka metinlerle de ilişkiye girmesini sağlıyor.

Anıştırma veya yansılama, yazarın bir yöntemi olarak değil de yüzünü yaşanan dünyaya çeviren bir insanın zihin süreçlerini eleştirel bir dil çerçevesinde paylaşması olarak karşımıza çıkıyor.

Düşler ve Görüşler, okuduktan sonra bakış açımızın ayarlarıyla oynamamızı sağlayan, algı aralığımızı açtıran, her sayfası görsellikle desteklenen bir kitap. Kimisini “İnsan kalabalığından uzaklaşıp, his kalabalığımıza, evimize döndük” diyerek sonlandırdığı anı yazılarıyla bir seyyah, Şamanlardan türetme fikirleri kuantum süzgecinden geçirmeye kalkıp aydınlanma getirdiğini sanan ama yüzlerce yıl öncesinin Cüneyd-i Bağdadi’sinin cübbesinin içindeki sırdan ya da onun öğrencisi Hallac-ı Mansur’un her şeyin bütünlüğü, birliği ve tekliğine varan tasavvufundan bihaber sansasyonel filmleri sorgularken bir eleştirmen, Prokofiev konçertosu misali inişli çıkışlı, canlı ve romantik Roma’dan söz ederken bir baba, şiirin kurallarını alt üst eden E.E. Cummings veya mizahi bir dille geleneklere arkasını dönen Ogden Nash’li göndermeleriyle çok dilli bir şair, şairlik ruhsatını sorgulayıcı gözlüklerle ele alışıyla bir eleştirmen, globalleşmenin özünü oluşturan yemek tariflerinden söz ederken bir gözlemci, Bernard Shaw’dan daha çok sevdiğini söylediği bir Belçikalı avant-garde tiyatrocuyu (Ghelderode) Rıza Paşa Yokuşunda buluşuyla bir kaşif, samimi ve en önemlisi de cevap istemeyen seslenişleri, riskli bir alemin öznesi oluşu ve çarpıcı deyişleriyle bir başka türlü bir öz yaşam öyküsünü dillendirdiği kitabıyla ve kendi deyişiyle bir “riskolojist” Çelebiler.

Ciltli, sert kapaklı ve özel kağıda basılmış olan Düşler ve Görüşler’i okurken, “ses geçiren duvarlar[ın] sessizlik de geçirdiğini”, “matruşkaların içinin ultrasonla veya endoskopiyle gözlenemediğini” veya “miyop gözlerin zamanı da yakınlaşmadıkça göremediklerini” fark edebiliyoruz.

Domino Yayın Grubu tarafından yayımlanan kitap ile ilgilenen okuyucular D&R’lardan, Homer Kitabevi’nden ve internetten Düşler ve Görüşler’i temin edebilirler.

Yazar Hakkında:
Ahmet Cafer Çelebiler 1944 ylında İstanbul’un Ayaspaşa semtinde doğdu. Sıkıcı olmayacağına inandığı bir risk ve sigorta kitabı ile yaşam mekanlarında ki geçmiş ve gelecek yolculukların ikinci kitabını planlıyor.

Lisede “Sevmek Günah mı?” sözcükleriyle okul defterlerini doldurarak başladı yazmaya. Sevmeden kimya mühendisliği, işletme, severek de tiyatro, edebiyat, psikoloji okudu. Hepsini birleştirmeye çalışarak lisansüstü eğitimini önce kitle haberleşmesi sonra sosyal-politik-ekonomik kalkınma ve planlama da yaptı.

Suudi Arabistan Planma Bakanlığı'nda 4 yılı aşkın danışmanlığı dışında memur, teknik müdür, yönetim kurulu üyesi, yönetim kurulu başkanı ve patron olarak sigorta sektöründe çalıştı. 20 yıldır muhtelif üniversitelerde eğitim veriyor. İnsan, tabiat ve öğrenme sevgisi ile her konuda ki merakını iki kızının annesi ve erişebildiği herkesle paylaşıyor. http://ahmetcafercelebiler.blogspot.com/

Çarşamba, Nisan 29, 2009

TAY - ARKEOLOJİK TAHRİBAT RAPORU 2008

...Toprak altından çıkan ve toprak üstünde bulunan eski uygarlıklara ait kalıntılar, “kültür mirası” kavramı ile, üzerinde sonsuz tasarruf yetkisine sahip olunan bir “mal” haline gelmesine neden olmaktadır. Bunun yerine bu kültür değerleri, gelecek nesillere korunarak aktarılması için kültür ve tabiat varlıkları olarak anılmalı ve “emanet” olarak benimsenmelidir...
TAY - ARKEOLOJİK TAHRİBAT RAPORU 2008

Marmara - Bizans Raporu da şurada.

Salı, Nisan 21, 2009

“BİR NEFES BİR BEDEN” - İstanbul Devlet Opera ve Balesinin Dünya Dans Günü Kutlamaları...

İstanbul Devlet Opera ve Balesi, bu yıl Dünya Dans Günü’nü daha farklı bir boyutta kutlamayı amaçlıyor.
28 Nisan-1 Mayıs arasında 4 gün sürecek etkinliklerde,İstanbul Devlet Opera ve Balesi repertuarından seçmeler, dersler, atölyeler, fotoğraf ve kostüm sergilerinin yanı sıra, İstanbul’da dans eğitimi veren kurumlar ve özel toplulukların gösterileri yer alacak.
Devlet Opera ve Balesi Müdürü Suat Arıkan, Müdürlük olarak, ilk defa böyle bir projede İstanbul Bale dünyasının bir çatı altında birleşeceğini vurguluyor.
Projenin Sanat Yönetmeni Beyhan Murphy, “Bir Nefes Bir Beden” başlığı altında tanımladığı bu kutlamaların ana fikrinin, İstanbul’da gerek resmi kurumlarda gerekse bağımsız olarak çalışan dans sanatçılarını bir araya toplamakla beraber klasik bale ve modern dans arasındaki bağların kuvvetlenmesi olduğunu ifade ediyor.
Temsiller dışındaki etkinlikler ücretsiz ve seyircilere açık yapılacak. Bu etkinliklerde amaç sadece dans çevrelerine değil, tüm seyircilere ve dans severlere kucak açmak.
Etkinlikler 28 Nisan’da salon çalışmaları ile başlayacak. İstanbul Devlet Opera ve Balesi sanatçılarının ders ve provalarının seyirciye açık olacağı bu günde, konservatuarlardan öğrenciler davet edilecek, öğrenciler solist sanatçılarla atölye yapma fırsatı bulacaklar.
29 Nisan’da Dans ve Mizah başlığı altında, Türk dans repertuarının komedi ögesiyle bütünleşen eserlerden bölümler sergilenecek.
30 Nisan Kutlama Gecesi çerçevesinde Paris Opera Balesi’nden solist sanatçıları,İstanbul’da uzun yıllardır dansa emek veren özel topluluklardan “Çağdaş Bale Topluluğu”, “Çıplak Ayaklar KumpaLudmila Paglieronyası”, ve danscı yetiştiren eğitim kurumları İ.Ü. Devlet Konservatuarı, M.S.Ü Devlet Konservatuarı Klasik ve Modern Dans Ana Bilim Dalları, Yıldız Teknik Üniversitesi gösterileri seyircilerle buluşacak. Aynı gece, Paris Opera Balesi solistlerinden oluşturulan Incidence Chorégraphique Topluluğu’nun başdansçılarından ve Paris Opera Balesi'nin solistlerinden Bruno Bouché ve Ludmila Pagliero, günümüz klasik bale koreografisinin önde gelen isimlerinden, Paris Opera ve Balesi baş dansçılarından Jose Martinez’in kendileri için yaptığı “Delibes Suite” adlı ikili dansı ve birer solo sunacaklar. Aynı zamanda Bruno Bouche, İstanbul Devlet Opera ve Balesi dansçıları ve konservatuar öğrencileriyle, atölye etkinlikleri kapsamında repertuar çalışmaları yapacak….
1 Mayıs’da gecenin teması ise “Dans ve Aşk”; Dans repertuarının “aşk”a adanmış çeşitli eserleri dans severlere sunulacak..

Salı, Nisan 14, 2009

Pazartesi, Nisan 06, 2009

"SOLD IN NEW YORK CITY"- John Manno fotoğraf sergisi


NewYork'un beş bölgesinde neler satılır?
Bir fotoğraf sanatçısı; John Manno, buradan yola çıkarak harika bir iş çıkarmış:
Sold in New York City

An on-going exploration of the neighborhoods of New York City, their stores and the various items they sell.
A photographic project by John Manno.

Cuma, Mart 20, 2009

GELECEĞİN HAYALİ...

British Council’ın sürdürdüğü Imagine Your Future (Geleceği Hayal Et) Projesi kapsamında, göçmen ve mülteci gençlerin kendi hikayelerini anlattıkları dijital filmler, 21 Mart 2009 Cumartesi günü İstanbul Bilgi Üniversitesi Santralistanbul kampüsünde gösterime sunuluyor. Filmlerden örnekler:
Welcome to British Council - Turkey

Çarşamba, Mart 11, 2009

DİNLEYİCİSİNİN DESTEĞİYLE BAĞIMSIZ YAYIN YAPAN RADYO

94.9 Açık Radyo, kurulduğundan bu yana dinleyici tabanına dayanan bir radyo modelini hayata geçirmek için uğraşıyor. Bu anlayışı bir “hayat tarzı” olarak benimseyip, ilkelerinden ödün vermeksizin, bir kamu hizmeti yayıncılığı yapmaya çalışıyor.

Açık Radyo, kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık... Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel haklar; rock, caz, klasik ve elektronik müzik; bilimkurgu, edebiyat, atçılık, mimarlık; hip-hop, opera, rebetiko ve flamenko; küresel iklim krizi, iklim adaleti, hakkaniyet ve barış... Programcı, dinleyici ve dostlarıyla bu büyük aile 14 küsur yıldır İstanbul’dan 94.9 frekansından bu konularda kâinata sesleniyor. Usanmadan. Üstelik, bu oluşum hiçbir çıkar ve sermaye grubuna bağlı değil, tabiî devlete de. Dolayısıyla, bağımsız.
14 yıllık yayın hayatının son 5 yılında da bağımsızlığını dinleyicilerinin desteğiyle teminat altına almak için vargücüyle çaba harcıyor. Şimdi sıra 6.sında!

Dinleyici Destek Projesi 6.yılında da Açık Radyo’nun normal yayın akışını 9 günlük bir curcunayla 99 saat boyunca altüst edecek.

Bu yıl 14 Mart’tan 22 Mart’a kadar “Hep Birlikte Açık Radyo” özel yayınında programcı, dinleyici ve dostlar biraraya gelecek. Radyonun koridorlarında, stüdyolarında ve web mekânında. Açık Radyo müdavimi dinleyiciler programcılarla birlikte yayın yapacaklar. Bir “ansiklopedi” niteliğindeki Açık Kitap’tan kimi maddeler (örneğin, Oğuz Atay’dan Chomsky’ye, Radyomani’den Militarizme, Röveşata’dan Mağara Adamı’na, Mesut Cemil’den Anthony Braxton’a, Muhlama’dan Su’ya…) tadımlık olarak programcılarımızın seslerinden kulaklarınıza ulaşacak.

Şenlik boyunca Açık Radyo dostları da yayın stüdyosunu “işgal” edecek; Yağmur ve Durul Taylan Engin Günaydın’ı, Kenan Işık Halil Ergün’ü, Derviş Zaim Mazlum Çimen’i, Deniz Aşırı programımız Güven Kıraç’ı, Fikret Kuşkan ve Nejat İşler birbirlerini ağırlayacak. Serdar Ateşer, Fuat Ergin, Goncagül Sunar, Şevval Sam, Okan Bayülgen, Cengiz Özkan, Şebnem İşigüzel, Akın Eldes, Sabahat Akkiraz, Ezginin Günlüğü, Zeynep Casalini, Orhan Osman, Mor ve Ötesi, Yasemin Göksu, Memet Ali Alabora, Kudret Sabancı, Okan Murat Öztürk, Sumru Ağıryürüyen, Tibet Ağırtan, Ayşe Tütüncü, Kaan Sezyum, Aylin Aslım, Leman Sam, Uğur Yücel, Haluk Bilginer, Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu Açık Radyo’da kendi programlarını yaparak dinleyicilerden destek isteyecekler.

Dinleyiciler Nasıl Destek Olabilir?

Her yıl düzenlenen Dinleyici Destek Projesi ile Açık Radyo dinleyicisi radyosuna sahip çıkıyor. Dinleyiciler seçtikleri programın istedikleri bir saatine destek verebiliyorlar. Yani dinleyiciler bedava dinleyebilecekleri bir yayının sürdürülebilmesi için para vererek destek oluyorlar. Bunu bir telefonla (0 212 343 41 41) ya da bir “tık”la (www.acikradyo.com.tr) yapmak mümkün. Bunun karşılığında ise radyo, destekçisinin adını programın başında ve sonunda anarak teşekkür ediyor.

Açık Radyo soruyor:
- Peki bağımsızlık sürdürülebilir mi?
Yanıtlıyor:
-Bu bir “hayat tarzı” haline getirilebilirse, evet!

Çarşamba, Şubat 11, 2009

ÖMER MADRA'NIN SESİNDEN "FRANNY ve ZOOEY"

Bütün dünyada baskı ve satış rekorları kıran The Catcher in the Rye:
"Gönülçelen" (Çev.: Adnan Benk)'in ardından Jerome David Salinger'ın
1961yılında yayınlanan romanı "Franny ve Zooey", yirmili yaşlardaki iki
kardeşi ve Salinger'ın eserlerinde sıklıkla yer bulan "efsanevî" Glass
ailesini, bir "evyapımı belgesel film" tadında anlatmakta. "Franny" ve
"Zoeey" adlı iki hikâyenin birbirini tamamlamasından oluşan bu tuhaf ve
benzersiz "roman" 1955 Kasım'ındaki uzun bir hafta sonunda geçiyor.
Türkçe'ye Ömer Madra tarafından çevrilen eser ilk baskısını YKY'ndan 1993
yılında yaptı ve şu ana kadar 7. baskıya ulaştı.

Yazarın The Catcher in the Rye adlı eseri daha sonra, 1997 yılında Coşkun
Yerli tarafından "Çavdar Tarlasında Çocuklar" adıyla yayınlandı. Diğer
eserleriyse yine Coşkun Yerli çevirisiyle YKY'ndan basıldı: Nine Stories: "
Dokuz Öykü" (kitaptaki beş öykü daha sonra Müfide Pekin çevirisiyle "Titrek
Bacanak" adıyla kitaplaşmıştı). Raise High the Roof Beam, Carpenters and
Seymour : An Introduction: "Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar ve Seymour Bir
Giriş".

Yaklaşık 40 yıldır hiçbir şey yayımlamayan ve 1974`ten beri gerçek bir
münzevî hayatı yaşayan, medyayla da asla ilişki kurmayan J. D. Salinger bu
yıl 90. yaşına ulaştı.

Açık Radyo, bir süredir devam edegelen ve yavaş yavaş yankı uyandırmaya
başlayan edebiyat okumaları kapsamında Salinger'ın 90. yaşını "Franny ve
Zooey" ile kutluyor. Eseri, çevirmeni Ömer Madra'nın sesinden hafta içi her
akşam dinleyebilirsiniz.

16 Şubat 2009 / Pazartesi 18:30'da yayınlanmaya başlayacak "Franny ve
Zooey"i, eserin tamamı bitene kadar hafta içi her akşam hep aynı saatte
dinlemeniz mümkün.

Kaynak: Eraslan Sağlam

94.9 Açık Radyo-Açık Dergi Programı

esaglam@acikradyo.com.tr

acikdergi@acikradyo.com.tr

Pazar, Ocak 25, 2009

ORHAN DURU

Güle güle Orhan Duru...
En son aklından geçenin ne olduğunu çok merak ediyorum...

Pazar, Ocak 18, 2009

ADALAR'DAN POSTA VAR

Emine Çiğdem Tugay'ın "Adalar Postası" web günlüğü...
"Bir haberleşme ağı yalnızca" diyor günlük hakkında.
Oysa çok daha fazlası... İçerik bir yana özellikle görseller tam bir hazine...
Böyle olması da doğal, çünkü yazar/lar/ı Emine Çiğdem Tugay, Mehmet Selim Tugay araştırmaları ve çok değerli kitapları ile tanınıyor... Kamondo Han, İzzetabad Kasrı onlardan sadece ikisi...
Asıl web günlükleri de burada: O-Pera ...
Adalar Postasının GDO'lu yiyeceklerle ilgili içeriğini bizim Pembe Domates Ağı web günlüğüne de koymalı...

IGOA Ya Da Türk-Hint İşbirliğinin Önlenemez Yükselişi

Bugün web'de pazar gazetelerine bakarken, Nil Karaibrahimgil için yapılan bir web sitesi haberi gözüme çarptı önce:

"Açıldığı gün 20 bin hit alan ve Çin'deki üç tasarım sitesi tarafından tavsiye edilen site, hemen hemen her gün güncelleniyor. Karaibrahimgil'in kendi el yazısı ile kendini ti'ye aldığı site dünyadaki hiçbir sanatçının sitesine benzemiyor. Karaibrahimgil'in cesaret edemediği için hayata geçirmeyi bir sene beklettiği site, sanatçının şubat ayında çıkacak olan yeni albümü 'Nil Kıyısında'nın öncesinde açıldı. " (Sabah yazmış)

Sonra baktım siteye: "Niltakipte.com". "Nil'in alt benliğinin resmi..." diye açılan sitenin gerçekten de tasarımı muhteşem. NK'in "kurum kimliği"ne bu kadar uygun bir web sitesi yapılabilir... Yalnızca teknikler değil burada konuşturulan. Bir bütün olarak aklın ve zekanın devreye girdiği, "iletişim" işi hakkında "bilgi"nin, taktik, strateji, kültür, sanat, estetik, ne varsa hepsinin halli hamur edildiği bir "ürün"le karşı karşıya geldiğinizi görüp, şöyle bir durup, donup kalıyorsunuz. "Donup kalmak" abartı değil, çünkü bu kadar faktörün bir araya gelmesi de sık rastlanan bir durum değil...
Sonra bunu "kim yapmış?" sorusu geliyor doğal olarak.

Ve böylece "IGOA" çıkıyor sahneye.
"I"; İstanbul'ın "İ"si, "Goa" da Hindistan'daki bir şehir. IGOA bir Türk-Hint karması şirket. Kimlerden oluştuğunu sitelerinde açıkça yazmayan bu ekip, İstanbul ve Goa üzerinden muhteşem işler çıkarmış. Kendi web siteleri de harika. Ana Sayfalarında Flickr.com üzerinden dönüşerek yüklenen fotoğraflarla ziyaretçiyi adeta ipnotize ediyor, yakalıyorlar. (Aklıma Eli Acıman'ın "captured audience" kavramı, ve "captured audience'ye acıyın" sözü geliyor. Bunlar hiç acımıyorlar ama bakanı da memnun ediyorlar.) Arada ekipten kimilerinin fotoğrafları da gözüküyor. Esasen şurada bir web günlükleri, şurada da Facebook sayfaları var! (Ve oradan da Türk kahramanı buluyoruz: Borga Dinçler imiş! )

Hayli de iddialılar, "yalnızca web tasarımı yapmayız, herşeyi yaparız ama kendi yöntemlerimize göre yaparız" diyorlar.
Diğer işleri arasından en çok beğendiklerim:
Otto , AKM yapı firması, Jacobs kahve (Facebook'taki oyun sayfası yanısıra bir de kahve falı bölümü var; "Kahveloji" demişler, sitelerde kişisel bilgi topluyorlar ama bir gizlilik bildirimi yapmadan, o olmamış işte!) ve Soda Filmmakers...
Birçok web sitesi, ziyaretçiden kendi açılış sayfasını masaüstü yapmasını filan ister. Keşke IGOA'cılar da böyle bir şey yapsalarmış. Seçilmiş işleri arasında IGOA duvar kağıtları koymuşlar gerçi ama, aynı etkiyi yaratmıyor...

Ziyaretçi bu işte, verdikçe ister!
Bu akıllı insanları kutlayıp, bu içeriği de noktalıyorum artık...