Cuma, Aralık 30, 2005

ŞEMSİYEMİ İSTİYORUM!


Orada burada en çok unutulan nesneler sıralansa "şemsiye" herhalde
birinci gelir... Ben de bu şemsiyeyi geçen akşam Yakup'ta unuttum.

"-Ne olmuş yani, gidip alsaydın! Bu sayfada bu konunun işi ne?"

Gittim ama alamadım. Başka birisi almış gitmiş.
Bu şemsiyenin benim için önemi var o yüzden -"adi mülkiyet ilişkisini önemseme" riskini bile göze alarak- konuyu buraya taşımak istedim.
Internet kullanımının pek de günlük yaşama girmediği yıllardı.
Bir konferansa katılmak için Londra'ya gidip, 3 gün kalıp dönecektim. Son gün "Royal Academy of Arts"da bir Monet sergisi açılıyordu. Serginin ilk günü içeri girebilmek mümkün değildi. Ama Internet sayesinde daha Türkiye'de iken sergi rezervasyonu yaptırmanın mümkün olduğunu farkedince çok sevindim.
Kapının önünde uzun kuyruklar oluşmuşken -Konferans'tan kaçıp- sergiyi sakin sakin gezmenin keyfi de büyük oldu. Bu şemsiye de çıkışta bastıran yağmuru görünce müze dükkanından alındı. (Monet'e bayılmasam da "Giverny'deki Bahçe"yi sevdim çok) Anısı var yani, herhangi bir "unutulan şemsiye"değil. Yanlışlıkla alan kişi de bunu beğendi ise ona da benzerini bulmada yardımcı olurum. Ama benimki "stok dışı" olmuş.
O yüzden özür dileyerek onun geri verilmesini i s t i y o r u m!

Perşembe, Aralık 29, 2005

20. YÜZYILLARDA "1" YIL SÜRMÜYOR İŞTE ÖLÜM ACISI...

-Her ne kadar 21. yüzyılda isek de!-

"Ustalara Saygı" gecelerinin sekizincisi Nâzım Hikmet için...

Yeni yılın ilk “Ustalara Saygı” etkinliği, 106. doğumgünü kutlanan Nâzım Hikmet için gerçekleştirilecek. Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu tarafından düzenlenen gece, Akatlar Kültür Merkezi’nde, 2 Ocak 2006’da takip edilebilecek.
Ustaların çalıştıkları alanlara damga vuran çeşitli yönleri ile izleyici ile buluştuğu gecelerin sekizincisi, saat 19.00’da İstanbul Gölge Oyuncuları’nın Nâzım Hikmet’ten sahneledikleri “Sevdalı Bulut” (ayrıntıları aşağıda) ile başlayacak.

Nâzım Hikmet’in Türkiye televizyonlarında yayınlanan ilk görüntülerinin sunulacağı geceye; şairin eşi Vera’nın kızı da konuk olacak. Anyuta Stepanova, “Ustalara Saygı” etkinliğine katılmak için Moskova’dan gelecek. Vera’nın kızı, izleyicilere Nâzım’ın yaşadığı evin fotoğraflarını gösterecek ve ustadan Rusça şiirler okuyacak.

Emre Kınay’ın sunacağı geceye; Atilla Birkiye, Cüneyt Türel, Deniz Gökçer, Doğan Hızlan, Mustafa Avkıran, Timuçin Esen, Turgay Fişekçi, Zafer Ergin, Zeliha Berksoy katılacak, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda ustanın “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?” adlı yapıtını yorumlayan Celal Kadri Kınoğlu, Kürşat Alnıaçık, Yurdaer Okur, Tansel Önger ve Hülya Karabayır da etkinliğin konukları arasında yer alacak.

Faruk Şüyün’ün yönettiği “Ustalara Saygı” toplantısında; Semiha Berksoy’un Nâzım Hikmet’ten okuduğu şiirler ve ustanın onun için yazdığı “Bu Bir Rüyadır” operetinden aynı adlı şarkıyı yorumladığı görüntüler de seyircilere sunulacak.

Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu, Nâzım Hikmet’in 106. doğum yılını etkinliklerle kutlamaya devam edecek. Kutlamalar kapsamında; Esin Afşar ile Yunanlı solist Soula Kyralzoğlou ve piyanist Charis Kyralzoğlou, “Nâzım Şarkıları ve Şiirleri” başlıklı bir konser gerçekleştirilecek. Akatlar Kültür Merkezi’ndeki konser, 3 Ocak akşamı saat 20.30’dan itibaren takip edilebilecek. Kültür Merkezi, 4 Ocak’ta ise Dostlar Tiyatrosu’nun “Nâzım Hikmet-İnsanlarım” adlı gösterisine ev sahipliği yapacak. Genco Erkal’ın tek kişilik gösterisi de saat 20.30’da başlayacak.

"Ustalara Saygı" gecelerinin 23 Ocak’taki konuğu ise Haldun Dormen olacak.

Bilgi için: Faruk Şüyün 0533 4683063
Akatlar Kültür Merkezi: 0 212 351 93 84

"İSTANBUL GÖLGE OYUNCULARI"NIN "SEVDALI BULUT"U...




Genç sanatçılardan kurulu bir tiyatro topluluğu olan İstanbul G ö l g e Oyuncuları ("Istanbul S h a d o w Performers"), 29 Aralık 2005 tarihinde 20.00’de Sabancı Gösteri Merkezi’nde, 2 Ocak 2006 tarihinde 19.00’da Akatlar Kültür Merkezi’nde “Sevdalı Bulut” oyununu tekrar seyirciyle buluşturacak...

2001 yılında kurulan ve bugüne kadar farklı platformlarda Nazım Hikmet’in “Sevdalı Bulut” masalıyla oluşturduğu “gölge performans”ı sergileyen İstanbul Gölge Oyuncuları, yurt dışında katıldığı festivallerde de Türkiye’yi temsil etme şansına sahip oldu.

6 kişilik bir grup olarak yola çıktığı günden bu yana, yaptığı işin bir "toplu çalışma" olması üzerinde önemle duran grup, ilk projesi olan Sevdalı Bulut’ta, masa başı çalışmasından rejiye, sahne tasarımından turne programına kadar her türlü işi "birlikte" kotardı...

“Sevdalı Bulut”; Nazım Hikmet’in seçtiği kimi halk masallarını “kendince” kaleme alıp, uyarlama yaptığı bir metin. İstanbul Gölge Oyuncuları da, "Sevdalı Bulut"u, gölge oyun başta olmak üzere geleneksel Türk tiyatrosunun türlü gösterim araçlarından ve geleneksel Türk el sanatları ögelerinden (perdeye yansıtılan ve o anda kendiliğinden oluşan “ebru” uygulamaları) yararlanarak, günümüz teknikleri ve çağdaş anlayışla yorumlayıp sahneliyor.

Gölgeler:

Didem Alpaylı Erdoğan (Ayşe Kız)
İlham Erdoğan (Bulut)
Erol Ozan Ayhan (Kara Seyfi)
Başak Özdoğan Pirim (Ebru ve Sahne tasarımı )
Nazlı Deniz Boran (Canlı performans asistanı )
İlke Boran (Özgün müzik ve ses tasarımı ) (Kızımın "GS'lı ağabeyi" ve ilk piyano hocası olarak benim de çok sevip saydığım İlke Boran'ı Açık Radyo dinleyicileri "bir sır verircesine" sakin ses tonu ve konuya hakim tavrıyla sunduğu klasik müzik programlarından da anımsayacaktır! )

* 29 Ocak 2005’de Sabancı Gösteri Merkezi’nde 20:00’da sergilenecek olan oyunun biletleri http://www.biletix.com dan sağlanabiliyor.
Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi :http://www.sabanciuniv.edu.tr/
Telefon: 0216 483 9026 E-posta: sgm@sabanciuniv.edu
* 2 Ocak 2006 tarihinde 19:00’da sergilenecek olan oyun ise Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu bünyesinde, “Ustalara Saygı Etkinlikleri”nin 8.si olarak düzenlenecek Nazım Hikmet anma gecesi çerçevesinde Akatlar Kültür Merkezi’nde Ü C R E T S İ Z olarak izlenebilir. Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu : 0212 325 72 88
Grupla iletişim için: istanbul_golgeoyunculari@hotmail.com
www.istgo.com (yapım aşamasında)

Cumartesi, Aralık 03, 2005

TARİHİ KENTLER BİRLİĞİ İSTANBUL BULUŞMASI

TKB Bu kez İstanbul'da... Üst başlık: "Kent ve Saray"

Anders Knape-Avrupa Konseyi, Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi, Yerel Yönetimler Meclisi Başkan Yardımcısı, Karlstad Belediye Başkanı• Michal Firestone- Tarihi Kentler ve Köyler Uluslararası Komitesi Genel Sekreteri • Brian Smith-Avrupa Tarihi Kentler ve Bölgeler Birliği Genel Sekreteri de kafilede...

Cuma, Aralık 02, 2005

KÜLTÜR ve TURİZM NE KADAR YAN YANA GELEBİLİR?

Geçtiğimiz haftalarda Safranbolu'da Avrasya'lılarla 3 gün bunu konuştuk...

Çinli delege şöyle dedi:
Koruma ile “bacasız” da olsa turizm “endüstrisi” arasında bir çelişki vardır. Kültürel turizm etkileşimli bir süreçtir. Bir kültür ne kadar ender ise onu korumak da o kadar hassas bir iştir. Çünkü yerel halk da gelenlerden iyi-kötü bir şeyler öğrenir. Derken asimilasyon başlar. Ahlak bozulur. “Folk” ortadan kalkar, yerel kültür etkilenir. Kaynaklar da etkilenir. Ama bunlar olacak diye kültürel turizmden de vazgeçilemez. Bu bağlamda biz eğitimlerine çok önem verdiğimiz gelecek kuşaklara güvenmeliyiz. UNESCO da bu yaklaşımı “Lijang Modeli” olarak benimsedi ve bizim bölgemiz Lijiang’ı Çindeki en çekici “10 kentten" biri olarak ilan etti...

Şurada da benim dediklerim var: A.T. Sunum (Zip'li *pdf formatında) İlginç örnekler buldum tam da "web'de kültür sanat" başlığına uyan hani...

SEVDİĞİM RESSAM BU KEZ AYDIN'DA SERGİ AÇIYORMUŞ:

Özlem Kalkan Erenus, Galeri K’ da


Özlem Kalkan Erenus, “Dünden Kalanlar” başlıklı kişisel sergisini Aydın, Galeri K’ da açıyor.

Özlem Kalkan Erenus, 7. kişisel sergisinde, tuval üzerine karışık malzeme ile uyguladığı portre düzenlemelerinden oluşan “Dünden Kalanlar” serisinden çalışmaları ile 10 Aralık 2005 Cumartesi günü, Aydınlı sanatseverler ile buluşuyor.

Aydın’ın ilk ve tek özel sanat galerisi olma özelliğini taşıyan ve Aralık 2004’te hizmet vermeye başlayan Galeri K, Özlem Kalkan Erenus’un sergisi ile birinci yaşını kutluyor. Galeri K’nın kurucusu Hakan Karabulut, etkinliği Aydın Kültür Sanat Platformu çatısı altında gerçekleştirdiklerini; platformun Aydınlılara, edebiyat, tiyatro, müzik, sinema ve fotoğraf alanlarında da nitelikli etkinlikler sunmaya devam edeceğini müjdeliyor ve hedeflerinin Aydın’da sanatın her branşında, gelenekselleşmiş festivaller düzenlemek olduğunu belirtiyor.

Erenus sergide yer alan çalışmaları ile ilgili olarak şunları söylüyor: “Dünden Kalanlar” başlıklı seri, belleğimin dar yollarında çıktığım bir gezinti. Geçmişten gelen yüzleri harçlara kazıdığım ve yan yana dizerek bir araya getirdiğim bir yolculuk. Bu yüzler, geçmişin bir tür kalıntısı gibi, ufak tefek şeyler, zamanın gölgesinde bir parça bulanıklaşmış yansımalar. Her biri bir yabancı ve her biri biraz da ben...

Erenus, “Dünden Kalanlar” serisinden çalışmaları ile Şubat 2005’te Uluslararası Tahran Bienali’ne; Mayıs 2005’te ise Romanya’da düzenlenen “Uluslararası Arad Bienali”ne katılmıştı.

Sergi 7 Ocak 2006 Cumartesi gününe kadar, Pazar hariç her gün 08.30 - 18.00 saatleri arasında gezilebilir. Galeri K, Karabulutlar Giyim Merkezi, Ramazanpaşa Camii Yanı, AYDIN - Tel: (256) 225 19 43


e-postası: info@ozlemkalkanerenus.com

Çarşamba, Ekim 26, 2005

USTALARA SAYGI GECELERİNİN İLKİ: MELIH CEVDET ANDAY İÇİN

Edebiyat, sanat, kültür dünyamızda iz bırakan "ustalar"ımız, pazartesi akşamları, Beşiktaş Belediyesi'nin Akatlar Kültür Merkezi'nde (0212 3519384) düzenlenecek olan "Ustalara Saygı" etkinliklerine konuk oluyorlar... Ustaların çalıştıkları alanlara damga vuran çeşitli yönleri ile izleyici ile buluşacağı gecelerin ilki, 31 Ekim Pazartesi akşamı gerçekleştirilecek...

"Ustalara Saygı" etkinliklerinin ilki, geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz şair, romancı ve deneme yazarı Melih Cevdet Anday için yapılacak...

Melih Cevdet Anday için gerçekleştirilecek gece, fotoğraf sanatçısı İsa Çelik'in, Melih Cevdet Anday'ın görüntülerinden oluşan dia gösterisi ile başlayacak... Arif Damar, Atilla Şendil, Deniz Gökçer, Doğan Hızlan, İlhan Selçuk, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Orhan Kahyaoğlu, Özen Yula, Refik Durbaş, Turgay Fişekçi, Yıldız Kenter, Zeliha Berksoy, Zeynep Oral'ın konuk olacakları geceyi yöneten Faruk Şüyun...

Melih Cevdet Anday'ın yapıtlarından okumalar, müzik dinletileri, paneller, arkadaşlarının anıları, tiyatro sanatçılarından yorumlar ile sanatın çeşitli dallarının katkıları ile renklenecek olan "Ustalara Saygı" gecesi, 19.00-20.30 saatleri arasında gerçekleştirilecek...

"Ustalara Saygı" geceleri, 14 Kasım'da Adalet Ağaoğlu, 21 Kasım'da Reşat Nuri Güntekin, 28 Kasım'da Çetin Altan ile sürecek...

Bilgi için: Faruk Şüyün 0 533 468 30 63

Çarşamba, Eylül 28, 2005

İSTANBUL ERKEK Mİ, KADIN MI?

Serginin basın bülteni:

“İSTANBUL VE İSTANBUL’UN ERKEKLERİ” ADLI SERGİ 3 EKİM’DE MANASTRE’DA AÇILIYOR....

İstanbul Bienali’ne paralel düşünülen sergi, birbirinden bağımsız sanatçıların video-art çalışmalarından oluşuyor. Canan Beykal, Şinasi Güneş, Gözde İlkin ve Hülya Küpçüoğlu’nun katılımıyla gerçekleşen sergi, 3-18 Ekim tarihleri arasında Beyoğlu’nda “Manastre World Music and Dance Clup”ta ve mekan sponsorluğunda izleyicileriyle buluşuyor... Serginin küratörlüğünü Hülya Küpçüoğlu yapıyor.
Kökleri ve tarihi kimliği ile İstanbul, yüzyıllar boyu pek çok olayla karşılaştı. Tüm bu olaylar izler bırakarak geldi geçti... İstanbul, bir ismin, bir şehrin, bir olgunun ötesinde farklı ve kozmopolit yapısıyla bir kavram haline geldi. O, içinde pek çok farklı kültürü katmanlar halinde barındırırken, sonunun ve başının belli olmadığı, sınırlarının çizilemediği bir alanda. İnsanlar ile çeşitlenen İstanbul, erkekleri ile farklı bir kimliğe sahiptir. Aslında İstanbul, yüzyıllar boyu hep ‘kadın’ olarak algılanmıştır. Halbuki o, erkek egemen bir toplumun göz bebeğidir. Erkek egemenliği farklı sosyolojik yapının her kademesinde hissedilir. Er, işinin başındadır. Evinin reisidir. Kadının da efendisidir. İstanbul’un erkekleri başlı başına bir fenomendir.

İstanbul Bienali’ne paralel düşünülen bu etkinlik, İstanbul’un en eski semtlerinden Beyoğlu’nda, ara sokakta, underground bir mekanda, Manastre’da izleyicilerini bekliyor.3 Ekim’de açılacak olan “İstanbul ve İstanbul’un Erkekleri” adlı etkinliğin mekan sponsorluğunu “Manastre World Music and Dance Club yapmaktadır. Sergi her gün, 16:00, 17:00, 18:00, 19:00, 20:00’de başlayacaktır. Etkinlik, 18 Ekim’e kadar izleyicilerini bekliyor.
AÇILIŞ: 3 Ekim Pazartesi, saat:19:00
Detaylı Bilgi için: hulyakupcuoglu@yahoo.com
GSM: 0 532 227 75 70

MANASTRE Adres: Istiklal Cad. Acara sok 13/1 Galatasaray-TaksimTel: 0 212 251 13 23 manastres@yahoo.com

BU DA GEÇECEK İNŞALLAH!

MİLLİYET 28 Eylül 2005, Çarşamba

Bu yıl ikincisi düzenlenen "İstanbul Yaya Sergileri" kapsamında Tünel Meydanı'nda sergilenen Kemal Önsoy ve Ayşe Erkmen'e ait "Karşılıklı Yardımlaşma" isimli eser, kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce önceki gece yakıldı. Kemal Önsoy'un, Erkmen'e ait olan heykelin üzerine gerçekleştirdiği eseri, Erkmen'in mevcut eserini unutturmak ve sergi sonunda insanlara tekrar hatırlatmak amacını taşıyordu. Yangın sonucunda Kemal Önsoy'un çalışması tamamen harap olurken, Ayşe Erkmen'in heykeli de hasar gördü. Tahrip etme amaçlı olarak nitelendirilen olayla ilgili olarak soruşturma devam ederken, tahrip olan heykelin yerinden kaldırıldığı bildirildi.

_________________
HÜRRİYET'TEN
23 Eylül 2005

İstanbul Sanat Tanıtım ve Araştırma Vakfı’nın (İSTAV) düzenlediği İstanbul Yaya Sergileri’nin ikincisi geçtiğimiz hafta başladı. Büyükşehir ve Beyoğlu belediyelerinin katkısı ile Koç Holding’in ana sponsorluğunda gerçekleşen serginin küratörlüğünü Fulya Erdemci ve Emre Baykal üstlendi.

Bu yıl dokuzu yabancı 23 sanatçının katıldığı sergi, 22 Ekim’e kadar sürecek. Yaya Sergisi için parklar, merdivenler boyandı; metruk binalara, çanak antenlere, su borularına ve elektrik direklerine sanat bulaştırıldı. Sergi alanı, Beyoğlu İstiklal Caddesi’nden başlayarak Tünel Meydanı’na oradan da Karaköy’e kadar iniyor. Çalışmaların hepsini görebilmek için dikkatli olmak, yerlerini önceden bilmek gerekiyor. İşte adım adım yaya sergisi.Gezimize Beyoğlu İstiklal Caddesi, 347 numaradan başlıyoruz. Odakule’nin tam karşısından, Ziraat Bankası’nın yanından. Burası sergiye kadar boş bir dükkandı, şimdi Bilgi Merkezi olarak hizmet veriyor. Camında serginin yayıldığı alanın bir haritası asılı. Sergi hakkında her şey burada var. Alman Karin Sander’in kitabı ücretsiz veriliyor. Kitapta Karaköy bölgesinin kent içindeki konumu, mekansal ilişkileri ve bugünkü yaşantısı anlatılıyor. Bilgi Merkezi’nde ayrıca Mimar Sinan Üniversitesi ve İTÜ öğrencilerinin yaptığı atölye çalışmalarının sunumları da yapılıyor. Siz buradan bir sergi haritası alarak çıkın yola...

NARMANLI HAN’DA YEMYEŞİL TEPECİK
Tünel yönünde yürümeye başlayın. İstiklal Caddesi 390 numarada Narmanlı Han var. Tarihi boyunca Rus Konsolosluğu, karakol, sanatçı atölyeleri gibi işlevler gören handa, bugün sadece birkaç büro ve noter var. Ancak hanın girişinde karşınıza beklenmedik bir sürpriz çıkıyor. Burada Saint Exupery’nin ‘Küçük Prens’ romanındaki fil yutmuş yılana benzeyen bir tepe var. Sanatçı Haluk Akakçe, hanın avlusuna yeşil bir tepe tasarladı. ‘Götürülemeyen’ adlı eserin peyzaj mimarlığını Kerim Kabadayı yaptı. 12 kamyon topraktan, 8 metre genişliğinde ve 3 metre yüksekliğinde bir tepe oluşturuldu ve tepenin üzerine 650 saksıdan oluşan yeşil bitkiler yerleştirdi.

TÜNEL MEYDANIN’DA "YARDIMLAŞMA" (yani yukarıda yakıldığı haberi verilen iş/ler...)
İstiklal Caddesi’nden yolumuza devam ediyoruz. Tünel Meydanı’nda ‘Karşılıklı Yardımlaşma’ adlı çalışmayı göreceksiniz. Kemal Önsoy, Ayşe Erkmen’in 1993’te Tünel Meydanı için tasarladığı ve halen burada bulunan heykelinin etrafına strafor duvar ördü. Amacı, üzerine afiş asan veya pankart ipleri bağlayanlara mesaj vermek. Heykelin işlevini yitirdiğine işaret etmek isteyen Kemal Önsoy, sergi sonrasında ‘Karşılıklı Yardımlaşma’ adını verdiği straforları çıkaracak ve Ayşe Erkmen’in heykeli yeniden ortaya çıkacak. Böylelikle meydana yeniden farklılık gelecek. Strafor kaplama 3 metre eninde ve 8 metre yüksekliğinde.Bu arada yine Tünel Meydanı’nda bulunan Fırat Büfe’nin ikinci katındaki pencerelerden Ömer Ali Kazma, her gün saat 19.00’dan sonra dijital bir gösteri sunuyor. ‘Bugün’ adını verdiği gösterisinde, Karaköy ve Haliç kıyılarında kaydettiği videoları izleyebilirsiniz.

MERDİVENLERDE İKİ SANATÇI KESİŞTİ
Yüksek Kaldırım’dan aşağı inin. Yokuşun dibine varınca sağa, Bankalar Caddesi’ne dönün. Oyak Bank ve İmar Bankası şubelerinin arasından çıkan dar merdivenleri göreceksiniz. Burası Hacı Ali Emin Sokak. Brezilya Sao Paulo’dan gelen sanatçı Carmela Gross’un ‘Boya ve Kırmızı Spot Işıkları’ konulu tasarımı yer alacaktı burada. Ancak Yaya Sergisi ile İstanbul Bienali’nin tarihleri çakıştı ve aynı sokağa Avusturyalı Karl Hains Kyloff’un eseri kondu. Bir başka deyişle iki sanatçı koskoca İstanbul’da aynı merdivende kesişti. Bu nedenle Carmela Gross’un eserinin sadece posteri asılabildi. Sanatçı ‘Karaköy’ün bağrındaki bu merdivenleri yayalar için neşterle açılmış bir yara gibi gördüm. Ben sergi için Brezilya’dan geldim. Merdivenleri kırmızıya boyamak istedim ama olmadı. Bienal bitsin ben eserimi yine gerçekleştireceğim’ diyor.

GALATA SERGİSİ: MUTLAKA
Tartışmalı merdivenlerden sonra Bankalar Caddesi’nde Karaköy istikametine doğru ilerleyin. Yolun solunda muhteşem mimarisi ile eski Osmanlı Bankası, şimdinin Garanti Bankası yer alıyor. İkinci kattaki ‘Galata’dan Bugüne’ adlı sergiyi mutlaka görün. Haritalar, fotoğraflar ve belgeler eşliğinde Galata’nın tarihi anlatılıyor. Müzeden çıkınca yeniden Karaköy tarafına doğru yürüyün. Yüksek Kaldırım’ın başındaki binaların çatılarına doğru bakın. Çatılarda çok sayıda çanak anten var. ‘Çanak antenin neresi ilginç’ demeyin, bu aralar hepsi kırmızıya kesmiş durumda. ‘Yüksek Kaldırımın Son Basamakları’ adlı tasarım için Fuat- Murat Şahinler, Ayten Başdemir ve Yakup Çetinkaya, çanak antenlerin yanı sıra Karaköy meydanındaki Trans Uydu Sistemleri dükkanını ve Akbank binasının yağmur borularını kırmızıya boyadılar. Bu arada Haliç Tersanesi’ndeki üç vinç de kırmızı, siyah ve beyaza boyandı.

Karaköy’deki katlı otoparkın altıncı katına dev harflerle ‘Bu da geçer yahu’ yazıldı. Ayrıca üzerinde ‘Gel Keyfim Gel’ yazan bankları da Karaköy rıhtımında görebilirsiniz.

KARAKÖY İSKELESİNE İGLOO
Aziz Sarıyer, Karaköy vapur iskelesine kontrplak, MDF, akrilik ve alüminyum kullanarak Eskimoların buzdan igloo evlerini anımsatan bir tasarım yaptı. Sanatçı İstiklal Caddesi’ndeki Bilgi Merkezi’nin içini de dizayn etti. Eve Sussman ve Loannis Savvidis’in ortak çalışması ise bir video ve dia gösterisi olan ‘Pek yakında Size Yakın Bir Nehirde’. Karaköy vapur iskelesinde dört kanaldan yayımlanıyor. Vapurda seyahat eden veya iskelede bekleyen yolcuların görüntülerini izleyebilirsiniz. Avustralyalı Callum Morton’un ‘Gırtlağa Kadar‘ adlı çalışması Karaköy katlı otoparkında kaydedilen seslerden ve görüntülerden oluşuyor. Otoparkta amaçsız dolaşan yayaların film müziği bu.Hat sanatının vefat etmiş iki ustası İsmail Hakkı Altunbezer ve Halim Özyazıcı’nın Türkçe harflerle yazdıkları ‘Gel keyfim gel’ ve ‘Bu da geçer yahu’ yazıları, poster olarak Karaköy Meydanı hırdavatçılar sokağının köşesindeki PTT binasının yan cephesine asıldı.

KARAKÖY’E YAYA ÜSTGEÇİDİ YAPTI
Hálá Karaköy Meydanı’ndayız. Hollandalı John Körmeling, yayaların yeraltı geçidi ile kısıtlı yürüme alanlarına alternatif yaya yolu yaptı. Meydanın ve Haliç’in farklı bakış açısı ile izlendiği alternatif yaya yolu, Aksu İşhanı’nın 3. katına kadar yükseliyor. Bu alternatif yolun üzerinden Haliç bir başka gözüküyor ve işhanının üzerinde ‘New Peace/Place (Yeni barış/yer) yazıyor. Sanatçı amacını, özel alan ve kamusal alan arasındaki ayrımı belirsizleştirerek iki alanın barıştığı üçüncü bir alan açmak olarak izah ediyor. Yaya yolu 2,5 metre genişliğinde, 6 metre yüksekliğinde ve 52 metre uzunluğunda. Hollandalı Auke De Vries de, Galata Köprüsü’nün ayaklarının üzerine yerleştirdiği ‘Yağmurdan Sonra’ adlı çalışması ile katılıyor sergiye. Köprü üzerindeki bir başka eser Ömer Ali Kazma‘ya ait. Pistte ilerleyen uçakların görüntülerini yansıtıyor köprüye. Bu video gösterisini köprünün Karaköy ayağında 19.00-02.00 arasında izleyebilirsiniz.

PENCEREDEKİ SALINCAKLAR
Canan Tolon, Karaköy Perşembe Pazarı’nda yıkık dökük bir binanın pencerelerine salıncaklar kurdu. Projesini ‘Görünmez ve imkansız olana dair’ diye açıklıyor sanatçı. Perşembe Pazarı’nda göz ardı edilmiş sokak çocuklarına, içinde hiçbir zaman oynayamayacakları bir oyun alanı sunuyor. Callum Morton’un ikinci eseri Perşembe Pazarı’ndaki metruk bir binanın önünde bulunuyor. Monton buraya üzerinde Levi’s yazan bir mağaza vitrini koydu. ‘Taşlanmış’ adını taşıyan eser, hırdavat dükkanlarının arasında duruyor. Çevresinde ticaret yapan esnafın ve eski dükkanların yok oluşunu, uluslararası sermayenin buraya girişini anlatıyor.

YALNIZ GİTMEYİN BİRAZ ÜRKÜTÜCÜ
Serginin bundan sonraki bölümü Perşembe Pazarı Parkı içinde. Perşembe Pazarı ile Haliç arasında kalan bu şirin parkta iki eser var. Ama park biraz tenha ve ürkütücü. Ağaçlar arasında yalnız yürümek pek akıllıca değil. Haliç’e karşı çimenlere veya banklara uzanıp içki içmeyi sevenlerin tercih ettiği bir yer. Bu nedenle bu bölüme grup halinde gitmeniz tavsiye edilir. Burada Danimarkalı Michael Elmgreen ve Norveçli Ingar Dragset’in ‘Kullanım Evi’ adlı eserleri var. Açık mimari tarzında yapılmış bir gecekondu gibi. Tavanı yok, dört duvarı var. Penceresinden Haliç gözüküyor.

MİMAR SİNAN GİBİ BAKIN
Yine parkın içinde Mimar Sinan’ın bir heykeli var. Yunan Ioannis Savavidis, heykelin önüne bir tahta perde çekti. Arkasına dolanınca heykelin göz hizasına kadar çıkan iki kat merdiven var. Bu merdivenleri tırmananlar, tahta perdeye Sinan’ın göz hizasında açılan küçük pencereden Sinan’ın baktığı gibi Süleymaniye Camii’ne bakıyor. İlginç bir eser. Görülmeye değer. Ayşe Erkmen, İstanbul’un önemli simgelerinden sayılan balık ekmek temasını işliyor. Karaköy’de günlük yaşantının bir parçası olan balık ekmeklerin fotoğrafları el ilanı olarak dağıtılıyor. Hale Tenger ise Yaya Sergisi’ne bazen bir kaldırım kenarına, bazen de duvarlara yapıştırdığı çıkartmalar ile katılıyor.

_______________
Hürriyet'in böyle ballandırarak anlattığı bu sergileri biz de geçen Pazar Fulya
Erdemci rehberliğinde gezme şansını yakaladık... (Bu Pazar da-2 Ekim- yine rehberli bir tur olacak. Saat 13.00'de Beyoğlu'ndaki Merkez'den başlıyor. Radikal'de Efnan Atmaca'nın Erdemci ile yaptığı röportaj da şurada.) Fulya Hanım, yakıldığını dün esefle gördüğümüz heykelin önünde iken halkımızın da ufaktan "katkılarda" (!) bulunmaya başladığı stropor yüzeyin her hafta fotoğrafını çektiklerini, bunu da kent ve insan ilişikisi açısından anlamlı bulduklarını belirtmişti... Bahsi geçen "katkılar" o gün için bir takım "ayakkabı izleri", biraz "grafiti", kesici birşeylerle "kazıma" ve "sıyırtma"dan ibaretti. Fulya Erdemci ise daha çok "Bu da geçer yahu" dev pankartının apar topar hem de kesilerek PTT binasından indirilmesine dertleniyordu. Ama dün (27 Eylül) sabah Tünel'de gördüğümüz manzara tüyler ürperticiydi. Fosforlu turuncu giysili temizlik işçileri Kemal Önsoy'un artık yerinde yeller esen heykelinin ahşap kaidesinden kalan kömürleri kırarak topluyorlardı. Yüzlerine baktım. Hiçbir ifade yoktu. "Yakmışlar mı?" dedim. "Yakılmış" dediler... Ayşe Erkmen'in bir metal dantela gibi diktiği sütun ise tam ortasından ikiye katlanmış, kısmen erimişti. Sanki o da boynunu bükmüş başına gelenlere ağlıyordu. Oradan dün geçmemin nedeni bir Pasaport işlemi için Tarlabaşı'na gitmiş olmamdı. Karşılaştığım manzara ve gördüğüm muamele zaten yeterince bunaltıcı idi. İlan edilen çalışma saatlerini kısaltıp, "biz az kişi ile çalışıyoruz, o saatler geçmez burada, şimdi gidin 2 saat sonra gelin"ler, saatlerce sırada bekleyenler dururken "tanıdık"ların işini görmeler... Bağırıp çağırmalar... Vatandaş köle, bu arkadaşlar kadri bilinmez mucizevi fedakarlar sanki... AB'ne girdikten sonra Yunanistan'da halka yapılagelen bu tür muamelelerin "bir günde değiştiği" söyleniyordu. Bunları düşünürken bir de yanmış heykelle karşılaşma... Tam o sırada şu son haftalarda kenti kaplayıp, adeta hepimizle alay eden "Hiç farkettiniz mi?" reklam pankartları aklıma geldi. Sonra bu sabah e-posta kutumdan aşağıdaki mesaj çıkınca, onu da buraya alayım dedim:

Her yerde gördüğümüz "FARK ETTİNİZ Mİ ÇEVREMİZ HİÇ BU KADAR TEMİZ
OLMAMIŞTI" afişleri üzerine;

FARK ettiniz mi? Parklara, bahçelere,
halkın bir yudum da olsa nefes almaya çalıştığı yeşil alanlara birer cami kondurmaya kalkıştılar. İstanbul hiç bu kadar dinselleştirilmemişti!

Fark ettiniz mi? Dünyanın en gözde limanlarından Galata rıhtımını
yok pahasına satıyorlar. İstanbul hiç bu kadar yağmalanmamıştı!

Fark ettiniz mi? Haydarpaşa Garı'nı ve tarihten süzülüp gelen
onlarca yapıyı satacaklar. İstanbul hiç bu kadar peşkeş çekilmemişti!

Fark ettiniz mi? Atatürk Kültür Merkezi'ni yıkacaklar. İstanbul
hiç bu kadar tahrip edilmemişti!

Fark ettiniz mi? Beklenen büyük
depreme karşı elle tutulur hiçbir çalışma yapmadılar. İstanbul hiç bu kadar sahipsiz kalmamıştı!

Fark ettiniz mi? Belediye otobüsleri,
dolmuşlardan daha pahalı taşımacılık yapıyor. İstanbul hiç bu kadar kazanç kapısı olmamıştı!

Fark ettiniz mi? Vapurları aldılar,
işletiyorlar. İstanbul'da deniz ulaşımı hiç bu kadar tehlikeli olmamıştı!

Fark ettiniz mi? Türbanlıları kamusal alanda çalıştırmaya
başladılar; sosyal tesislerde içkiyi yasakladılar. İstanbul hiç bu kadar laik cumhuriyete meydan okumamıştı!

Fark ettiniz mi? Müteahhitlere
kaldırım taşlarını söktürüp kaldırım taşı döşetiyorlar. İstanbul hiç bu kadar birilerini zengin etmemişti!

Fark
ettiniz mi? Hayırsız adaya Mevlana heykeli dikmeyi düşünüyorlar. İstanbul hiç bu kadar komik duruma düşmemişti!

Fark ettiniz mi? Caddeler delik
deşik. İstanbul hiç bu kadar ihmal edilmemişti!

Fark ettiniz mi?
Hırsızlık, gasp, kapkaç aldı başını gidiyor. İstanbul hiç bu kadar güvensiz olmamıştı!

Fark ettiniz mi? Kaldırımlar, üst geçitler, alt
geçitler seyyar satıcıların işgali altında. İstanbul hiç bu kadar denetimsiz kalmamıştı!

Fark ettiniz mi? Mahalle arasındaki sokaklardan
otopark parası toplamak istiyorlar. İstanbul hiç bu kadar sömürülmemişti!

Fark ettiniz mi? Alanlara ''Fark ettiniz mi''
panoları yerleştirdiler. İstanbul hiç bu kadar enayi yerine konmamıştı!

Fark ettiniz mi?
İstanbul, Türkiye'nin aynasıdır.
Türkiye hiç bu hale düşmemişti!


Bu da geçecek inşallah...

Cuma, Eylül 23, 2005

GÜLSEREN KAYALI SERGİSİ...

Gülseren Kayalı, 26.Kişisel sergisini, 21 Eylül – 24 Ekim 2005 tarihleri arasında, Fener'deki tarihi bir yapı içinde faaliyetini sürdüren "Kapris Meyhanesi"nde açıyor...

Kayalı’nın son resimleri hakkında, (Kayalı resmi üzerine yazılmış "Bir Kedi Kitabı" ya da "Mitos ve Epos Yazıları"nın müellifi Özkan Eroğlu şunları söylüyor:

“Burada Kayalı’nın resimlerinin her birinin, post-modernist bağlamda, birer ‘önerme denekleri’ olarak bir dil kazanmaya gayret ettiğini söyleyebilirim. Çünkü bir sıkışmaya duyulan tepki yatmaktadır, söz konusu resimlerin altında. Bir sıkışmadan sıkılmak, yeni açılımlar sunmayı da beraberinde getirir ve o zaman kişi, kendisini yeni bir imajla yeniden yaratabilme olanağını elde etmiş olur. İşte bu son cümleler, post-modernliğin tarifi dahilindedir. Dikkatle irdeleyince G.Kayalı, kendi içinde sadece daha da özgür olabilmek için çabalamaktadır..."


Ayrıntılı bilgiler Fügen AKKEMİK'in "Sanat Tanıtım"ında...
E-posta: fugenakkemik@sanattanitim.com
Sergi -Adres: Hotel Daphnis-Kapris Meyhane, Sadrazam Ali Paşa Cad. 26, Haliç-Fener, Tel: 0212 531 48 11

Salı, Eylül 13, 2005

KOMET'TEN:

Gizli Resimler, ‘ŞEY’ler
ve
Allak Bullak Durumlarla İlgili Bir Sergi


22 Eylul – 15 Ekim 2005
KOMET


Açılış: 22 Eylül Perşembe, s. 17.00
Yer: DiRiMART
abdi ipekci caddesi arman palas apt. 7/4 nişantaı
T: 0 212 291 34 34

Pazar, Ağustos 28, 2005

KARİKATÜRLERLE "DEMİREL VE DEMOKRASİ"

karikatürlerle
“ Demirel ve
Demokrasi ”
Sergisi - Tan Oral

Tan Oral’ın
“Demirel ve Demokrasi” adlı sergisi,
Doku Sanat Galerilerinde
12 Eylül 2005 Pazartesi günü açılıyor.


Doku Sanat Galerileri’nde açılacak olan mevsimin bu ilk sergisi
Demirel ve Demokrasi” adıyla Tan Oral’ın tarihsel çizimlerinden oluşuyor.
Türk siyasal yaşamında inişler ve çıkışlarla dolu kırk yılı aşkın uzun bir süre politik mücadelede etkin bir yer alan ve her zaman çizerlere konu olan Sayın Demirel’in o günlerde yayınlanmış karikatürlerinden oluşan bu sergi 12 Eylül pazartesi günü Ankara’da, Doku Sanat Galerilerinde açılıyor.

açılış:
12 Eylül 2005 Pazartesi saat 18.oo de
Doku Sanat Galerileri, Cinnah Cad. Enis Behiç Koryürek Sok. 11/A-B Çankaya
Tel:(0-312) 439 78 80. fax: (0-312) 439 82 42

Sergi afişi:

Sergi açıklaması:

Demirel ve
Demokrasi
--------------

Tan Oral

Demirel, Türk siyasal yaşamında, inanılması zor iniş çıkışlarla dolu, kırk yılı aşkın uzun bir süre var olmuş, etkili olmuş ve gündemde kalmış ilginç bir siyasetçidir. Kendisi, iktidarda olmak, muhalefette olmak, askeri darbelere maruz kalmak, yasaklı yada tarafsız olmak gibi politik mücadelenin birbirinden çok farklı bölgelerinde, umut ve inançla ayakta durmasını bilmiştir. Onu defalarca iktidara taşıyan yandaşları olduğu kadar, kendisiyle kıyasıya ve acımasızca mücadele eden muhalifleri de hiç eksik olmamıştır. Her zaman çok şiddetle eleştirilmiş ama muhalifleriyle ve herkesle, kafa karıştırıcı zeka oyunlarıyla dolu polemiklere girişmekten hiçbir zaman geri kalmamış ve bu tavrından da hiç ödün vermemiştir. Onun siyaset felsefesi kadar, bunun bir yansıması olan söylemleri de her zaman ilgi çekmiş ve birer öz deyiş gibi akıllarda yer etmiştir. Böylesine renkli bir politik kişiliğin mizahın ve onun çizgilisi olan karikatürün baş konularından biri olması da kaçınılmazdı ve de öyle oldu. Onun icraatı ve sözleri kadar, hali, tavrı, şapkası, tombul çehresi ve kilolu bedeni de, çizerlere bitmez tükenmez zenginlikte esin kaynağı olmuştu. Bir dönem geldi, bir çizgi amatörü için bile Demirel portresi çizebilmek, neredeyse karikatür sanatıyla eş anlamlı sayılmaya başladıydı.
Bana gelince... Sayın Demirel’in ve onun politik icraatının, herkeste olduğu gibi, kuşkusuz benim yaşamım üzerinde de olumlu ve olumsuz önemli etkileri olmuştur. Bu da bana, politik çizgi çizdiğim yıllar boyunca onu eleştirme hakkı verdi. Onun gürültülü siyasal mücadeleleri kadar ona ve icraatına duyduğum kızgınlıklarım, sıkıntılarım, karşı oluşlarım ve yeri geldiğinde kendisinin demokratik haklarını savunuşum da çizdiklerime bol bol yansıdı ve belgelendi. Bugün aktif siyasetin dışında olmak gibi yeni bir konuma gelen bu duayen politikacı ile ilgili, bugüne kadar çizdiklerimi bir sergi ve kitapta bir araya getirmek de bir gereklilik oldu.

TAN ORAL'DAN YENİ SERGİLER...


“YüzYüze”
Sergi
Tan Oral


Tan Oral’ın
YüzYüze” adlı sergisi,
Schneidertempel Sanat Merkezi’nde
22 eylül 2005 Perşembe günü
açılıyor...


Schneidertempel Sanat Merkezi’nde açılacak olan mevsimin ilk sergisi
“YüzYüze” adıyla portre çizimlerden oluşuyor.
Şu yada bu nedenle Tan Oral’ın kalemine takılan, tanıdık, tanımadık
yüzlerce yüz çizimi bu sergide bir araya getiriliyor.
22 eylül Perşembe günü açılacak olan “YüzYüze” sergisinde yer alan çizimler ayrıca aynı adı taşıyan ve tasarımını Çağla Turgul’un yaptığı ilginç bir kitapta da toplanarak ilgilenenlere sunuluyor.

açılış kokteyli:
23 eylül 2005 Perşembe saat 19.oo da
Schneidertempel Sanat Merkezi, Felek sok. 1 Karaköy-Galata

Sergi afişi:



"YüzYüze" adlı kitabın açıklamalı önsözü


Yüzde Yüz

Şu yada bu nedenle kalemime takılan yüzlerce yüz, yıllarca dosyalarda üst üste yığılarak biriktikten sonra, bu kez bu kitapta toplaşmayı ve bir sergi ile de insan yüzüne çıkmayı başardılar. Özel bir çaba ve özel bir seçim yapmadım, eklemedim, çıkarmadım. Gerçekten de günlük yaşam, çalışmalar, görev ve etkilenmeler içinde kalem oynatırken, bazen not alırcasına hızla, yada sabır isteyen yoğun emekle kağıt üstüne düşen bu izler, içinde yüzdüğüm insan denizinin bana vuran kimi dalgalarını oluşturuyor gibiydi. Yüzler zihnimizde yer edip arşivlenirken, belki fazla yer tutmasın diye en can alıcı, en akılda kalıcı birkaç ayrıntı ve oranlama ile saklanıyorlar. Gerçeği ile artık bir ilgisi kalmamış, ama gerçeğinin ta kendisi olarak hem de . Tanıdığımız bir yüzü hatırlarken, içindekileri ayrıştıramadığımız ve tanımlayamadığımız ama iyi bildiğimiz bir lezzet gibi, sadece bir tat gelir dilimize. İşte o, artık O’dur, deriz. Onu bir başkasına hatırlatmak için de ayrıntılara boğulmuş bilgi yumağı ve anatomik açıklamalar yerine, işte o lezzetten bir damla tattırmak yeterli olacaktır. Bellek, o karmaşık arşivinden anında bulup çıkaracaktır o lezzetin sahibini. Çünkü daha önce tadı damağında kalmıştır da ondan. Fazla teferruat ve malumat ise ağız tadını kaçıracaktır.

Tan Oral

Pazartesi, Ağustos 01, 2005

Doğan Hızlan da "blogger" oldu: "BlogNot"
Web-kütüğüne seçtiği ad da ilginç; "Bloknot"u çağrıştırıyor...

Pazartesi, Temmuz 11, 2005

YETER AMA...

Vüs'at Bener, Mehmet Ulusoy, Nuri İyem, Ali H. Neyzi, Kazım Koyuncu,... bugün
Jak Deleon...






Ve bugün Paris'ten gelen bir e-posta:
Dun gece saat 24.00 te Yerasimos'u kaybettik.
Hepimizin basi sagolsun!
Meral

MUZELER

{ Vatan Gazetesi ? }

YENI CIKAN KITAPLAR- Ercan AKYOL: "ÇİZİYORUM"

Ercan Akyol’un Milliyet Gazetesi Açık Pencere köşesinde 2004 yılı boyunca çizdiği karikatürlerden bir derleme niteliğinde olan kitabı ''Çiziyorum'' yayımlandı.


Dahasını da bekleriz Ercan Akyol, tebrikler...


Cumartesi, Haziran 25, 2005

Perşembe, Haziran 09, 2005

Bach'ın daha önce bilinmeyen bir eseri bulundu

Johann Sebastian Bach'ın daha önce bilinmeyen bir eserinin elyazmaları ortaya çıkarıldı. Bach'ın erken dönemini örnekleyen ve arya formunda bestelenen eser Almanya'nın Weimar kentindeki Anna-Amalia kütüphanesinde bulundu. Uzmanlar Bach'ın 1713 tarihini taşıyan bu eseri, Saksonya- Weimar Dükü'nün doğum günü için bestelediğini açıkladı. Eserin daha önce seslendirilip seslendirilmediği ise bilinmiyor.

Vakıf başkanı Peter Wollny “Bu olağanüstü bir buluntu” diyerek memnuniyetini dile getirdi ve iki sayfalık partisyonun, 1708 ile 1717 arasında Weimar şapelinde org çalan Bach'ın sanat çizgisindeki gelişmeyi yansıttığını söyledi.
Kaynak: Hurriyet
____________________________
News from the "Seattle Times":
Bach aria from 1713 discovered

By STEPHEN GRAHAM The Associated Press

BERLIN — Experts have discovered a previously unknown work by Johann Sebastian Bach in documents taken from a German library shortly before it was damaged by fire, researchers said yesterday.
It was believed to be the first new Bach work to surface in 30 years.
http://www.bach-leipzig.de/

Other news at GOOGLE:
http://news.google.com.tr/news?hl=en&ned=uk&q=Bach&btnG=Search+News
________________
Bu vesile ile ilginç bir kaynak:
"SCRIBE DATABASE"
________________

Çarşamba, Mayıs 18, 2005

VIDEO ART

“Takıntı” Uluslararası Audio Video Art Festivali

(Metin: "Haber Bülteni")

İstanbul Galeri-X’te düzenlenen, Küratörlüğünü Gülsün Erbil ve Şinasi Güneş’in üstlendikleri “Takıntı” (Obsession) Uluslararası Audio - Video Art Festivali, nihai olarak büyük hedeflerin bir parçası halinde kendini konumlandıran, önemli bir boşluğu doldurmayı amaçlayan bir etkinlik olarak karşımızda durmaktadır. Daha önce New York’ta iki kez, İstanbul’da bir kez olmak üzere audio-video art festivali gerçekleştiren Galerix, bu yıl festivalin dördüncüsünü gerçekleştirmekle bu bağlamda tutarlı bir sürekliliği oluşturmaktadır.

Festivale, bu yıl Türkiye, İsveç, İngiltere, Amerika, Avusturya, Almanya, İtalya, Çin, Hollanda, Fransa, Slovenya, Japonya, Yunanistan, İsviçre, Makedonya, İspanya, Malta’dan toplam 89 sanatçı 1 ila 11 dakika arasında değişen video çalışmaları ile katılmaktadır.

Dünya’da Audio-video art sanatının başlangıcı,1965 yılında Sony Firması'nın ilk taşınabilir bir video kamerayı üretmesi, yine aynı yıl Kore'li sanatçı Nam June Paik'in bu kamerayı satın alarak çalışmalar yapması olarak gösterilir. Ama bu tarihten önce yapılmış çalışmalarda mevcuttur. 1970’lerde yaygınlaşan Audio-video art çalışmaları: kavramsal sanat çalışmaları, anında kayıtlardan oluşan çalışmalar, feminist-performans, video heykeli, video düzenlemeleri… gibi oldukça geniş bir üretim yaygınlığı göstermiştir. 1990’lar da internetin yaygınlaşmasına paralel olarak, yeni medya, intermedya olarak kavramsallaştırılmaya başlanan bu sanat biçimi gittikçe artan bir hızda yayılarak gelişimine devam etmektedir.

1980’li yıllarda video ile tanışan Türkiye 1990’lı yıllarda bunu bir kişisel üretim aracı olarak algılayabilmiş, bu üretimlerde belgesel film ve kısa film çevresinde gerçekleşmiştir. Plastik sanatlar çevresinin videoyu bir sanatsal üretim aracı olarak algılaması 5-6 yıl gibi kısa denilecek bir zaman içinde olmuştur. Genellikle alternatif sanat yapma biçimlerine ilgi duyan bu çevrenin yaptığı çalışmalar, diğer üretimlerle
( enstelasyon, düzenleme vb.. ) paralel olarak gerçekleştirilmiştir. Bu merkezde daimi çalışma yapan kişi sayısı oldukça azdır.

Festival bir tarafıyla Türkiye’de ki bu boşluğu/ihtiyacı doldurma konusunda üzerine düşeni yapmayı arzulamaktadır. Gönderilen çalışmalar festival mekanında korunarak bir arşiv, dolayısıyla bir bellek oluşturulmak istenmektedir. Gelecek etkinlikler için bir zemin oluşturmayı düşünen festival böylece bu sanat yapma biçimine olan ilgiyi ve üretimi artırma peşindedir. Festival uluslararası boyutuyla dünyada audio-video art çalışması yapan sanatçıların iletişim ve etkileşiminin gerçekleştirileceği bir sanatsal zemin olmanın da peşindedir.


Bilgimiz bilmek için kullandığımız araçlar ile şekillenir. Resim ve diğer konvansiyonel araçlar bilgimizi oluşturmamız için farklı yollar, gerçekliği algılamamız için değişik kavrama biçimleri sunar. Sinema ve video, kimya ve fizik alanındaki gelişmelere paralel olarak gelişmiş teknolojik olgulardır. Bilimsel kavrayışlar ikliminde ortaya çıkan bu araçlar, oluşma koşullarını öteleyen bir görme biçimini bize sunar. Yakın çekim, ağır çekim, montaj...vb , olguları kavrayışımızı kökten değiştirmiştir. Video kamera sinemadan, üretimin kişiselleştirilmesi ve bakışın özneleştirilmesine verdiği olanak ile ayrılır. Audio-video art faklı bir görsel, visüel bağlantıdır. Bu görsel etkinlik, görsel temas alanımızı başka bir boyuta taşır ve bu yeni türden deneyim yetkinliğimizi arttırır. Gerçeklik dediğimiz şey ancak çevresinde dolandığınızda size görünür. Bu elbet soğuk bir ilişkiyle ulaşılan sonuç değildir. Bu yeni bir visüel heyecan , coşkudur.

Video kamera bize öznelliğimizi kurabilmemiz için görüş sunar. Burada seyretme eylemi pasifliğinden sıyrılarak görmeye dönüşür. Video kamera bu yüzden her zaman belgeselciliğe uygun bir araç olmuştur. Ama burada tanıklıktan öte durumlar söz konusu olacaktır. Sadece bir yüzeysel görme değil, derinliğine görme ve ardından kavrayış söz konusudur. Her ne kadar görme ve düşünme felsefi çevrelerde farklı şeyler gibi tasniflenmiş olsalar da, bunlar aslında sürekli birbirinin içinde ve birbirini destekleyen bireşimlerdir.

Şimdi “Takıntı” uluslararası audio – video art festivali bize yeni bir çağrı yapmaktadır. Bu çağrı çevremizi ve kendimizi görmemiz, gerçekleştirmemiz için bir çağrıdır. Yapmamız gereken kameralarımızı açıp, gözlerimizi hazırlayıp, dışarı çıkmaktır.

Fatih Balcı

Açılış: 2 Haziran Perşembe,17:00



FESTİVALE KATILAN SANATÇILAR

A.B.D.
Dan Boord, Greg Durbin, Luis Valdovino, Lynda Jarman, Mollyne Karnofsky, Luke Lamborn, Ann Marie Lanesey, Dion Laurent, Joe Merrel

ALMANYA
Ronnie Yarisal, Katja Kublitz, Siegfried Grundmann-Neubert, Robert Seidel, Sylvia Winkler, Stephan Koperl, Wilfried Agricola de Cologne, Myriam Thyes, Nadja Schrade

AVUSTURYA
Brigitta Bodenauer, Barbara Doser


ÇİN
Deng Da Fei
Liu Chuan Ping
Zheng Liu Jun

FRANSA
Christiane Chaponniere, Jean-Gabriel Periot, M.Nomized, Dion Laurent, Marie-Josiane Agossou

HOLLANDA
Sebastiaan Schlicher, Jerome Symons, Sido Lanters

İNGİLTERE
Herve Constant, Tintin Cooper, Barrie J. Davies, Mark Dennett, Monica Dutta, Predjac Pajdic, Rachel Wilberforce, Stuard Pound, Michele Furier, Niki Sehmi, Lina Walker, Michael Szpakowski
İSPANYA
Iraida Lombardia, Lucas M.Figueroa

İTALYA
Werther Germanderi, Alberto Gallingani, Walentina Brandolini, Massimo Lovisco, Alberto Magrin, Jessica Iapino, Chiara Passa, Angelo Pretolani, A.Sassu, M.Perseghin, M.Albertin, T.Schimizu

İSVEÇ
Tina Eskilsson

İSVİÇRE
Bruno Tremblay


JAPONYA
Sachiko Hayashi

MAKEDONYA
Slobodanka Stevöeska, Denis Saraginovski
MALTA
Norbert Francis Attard

SLOVENYA
Tomi Valant


TÜRKİYE
Gülçin Aksoy, Barış Akzambaklar, Nancy Atakan, Volkan Aslan, Rahşan Duman, Mustafa Özbakır, Ali Ekber Kumtepe, İbrahim Tokaslan, Murat Çelik, Fatih Balcı, Gülsün Erbil, Gözde İlkin, Şinasi Güneş, Taner Karavit, Caner Karavit, Recep Batuk, Ali Nur Atasel, Hüsnü Obakan, Ethem Özgüven, Utku Ömeroğlu, Renk Martin, Vicdan Nalbur Taşdemir, Alp Uçar, Şehnaz Yalçın Wells

YUNANİSTAN
Mimilaki Theadora


GALERI-X
Galip Dede Caddesi
No:48/11 Tünel
Beyoğlu-İstanbul

info@galerix.org
sinasigun@netscape.net
www.GaleriX.org
www.simulasyon.net

Salı, Mayıs 17, 2005

Özlem Kalkan Erenus Arad Bienali’nde...

(Resmin üzerine tıklayınız!)


50 ülkenin sanatçılarını, Romanya’nın Arad kentinde buluşturan “2005 Arad Bienali” 20 Mayıs 2005’te açılıyor.

Arad Şehri Kültür Merkezi, Arad Belediyesi, “Vasile Goldi” Batı Üniversitesi ve İtalyan “Terra dell'Arte” Derneği’nin birlikte düzenledikleri “Uluslararası Arad Bienali” 20 – 29 Mayıs 2005 tarihleri arasında, dünya sanatçılarını Romanya’da buluşturuyor.

Temeşvar ve Oradea şehirleriyle birlikte “Banat Bölgesi”nde yer alan Arad, Batı Avrupa’ya açılan coğrafi konumu, etkileyici mimarisi ve kosmopolit yapısı ile uluslararası bu etkinliğe ilginç bir zemin hazırlıyor.

Başkanlığını İtalyan Sanatçı Alfonso Caputo’nun yürüttüğü, Arad Bienali Uluslararası Sanat Komitesi tarafından davet edilen Özlem Kalkan Erenus, 14 parça tuvalden oluşan bir düzenleme sergileyecek. Farmers Tekstil Firması sponsorluğunda bienale katılan Erenus, çalışmaları ile ilgili olarak şunları söylüyor: “Son dönem çalışmalarımın oluşturduğu -Dünden Kalanlar- başlıklı seri, belleğimin dar yollarında çıktığım bir gezinti. Geçmişten gelen yüzleri harçlara kazıdığım ve yan yana dizerek bir araya getirdiğim bir yolculuk... Bu yüzler, geçmişin bir tür kalıntısı gibi, ufak tefek şeyler, zamanın gölgesinde bir parça bulanıklaşmış yansımalar. Her biri bir yabancı ve her biri biraz da ben...”

Erenus, geçtiğimiz Mart ayında, aynı seriden çalışmalarıyla, “Uluslararası Tahran Bienali”ne de katılmıştı.

“2005 Arad Bienali”ne, katılan ülkeler;

A.B.D., Almanya, Antiller, Arjantin, Arnavutluk, Avusturya, Belçika, Benin, Bolivya, Brezilya, Çin, Danimarka, Dominik Cumhuriyeti, Filipinler, Finlandiya, Fransa, Guyana, Güney Afrika, Hindistan, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsrail, İsveç, İsviçre, İtalya, İran, Japonya, Kanada, Kenya, Kolombiya, Kuveyt, Küba, Malavi, Meksika, Mısır, Moldova, Nijerya, Norveç, Pakistan, Peru, Portekiz, Romanya, Şili, Tayvan, Türkiye, Uganda, Vietnam ve Yunanistan.


Cuma, Nisan 29, 2005

Romeo ve Juliet

İSTANBUL DEVLET BALESİ’NDE AŞK SÜRÜYOR

fotoğraf: fabrika

2004-2005 gösteri sanatları sezonunun başından beri İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde sergilenen yapıtların ana teması aşk’tı… Aynı olguyu işleyen tüm eserlere esin kaynağı olmuş en ünlü aşk öyküsü Romeo ve Juliet Baleside 14 Mayıs 2005 tarihinden başlayarak Atatürk Kültür Merkezi Büyük Sahnesi’nde sergilenmeye başlanıyor.

Ülkemizde en sevilen bale eserleri arasında ilk sıralarda yer alan, büyük İngiliz yazarı William Shakespeare’nin aynı adlı yapıtından ünlü rus besteci Sergei Prokofiev’in unutulmaz müziği ve Gürcistan Devlet Sanatçısı Nugzar Magalashvili’nin koreografisi ile sergilenecek Romeo ve Juliet Balesi’nin baş rolerinde Çiğdem Tezcür, Berk Sarıbay, İlke Kodal, Selim Borak, Deniz Kılınç dans edecekler.

İstanbul Devlet Balesi ile İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası Sanatçılarının gerek teknik gerekse oyunculuk anlamında görsel ve işitsel bir şölene dönüştüreceği bu dünyaca ünlü trajik aşk öyküsü, 17 ve 21 Mayıs’ta tekrarlanarak, 1 Temmuz 2005 gecesi Aspendos Opera ve Bale Festivali kapsamında yaklaşık 7.500 seyirciye ulaşarak, Antalya’da yerli ve yabancı seyircilere sergilenecek.

BAŞKOREOGRAF : BEYHAN MURPHY
İletişim: Alim Günay ( bale iletişim koordinatörü )
tel:0212 249 8432

Salı, Nisan 19, 2005

TÜRKİYE’DE YAŞAYAN GÖRSEL SANATÇILARA BAŞVURU ÇAĞRISI
VISITING ARTS ULUSLARARASI YILLIK BURS PROGRAMI 2005
DELFINA STUDYOLARI, LONDRA


Visiting Arts, İngiltere dışında yaşayan sanatçılara yönelik misafirlik olanaklarını değerlendirme amacıyla Londra’da bulunan Delfina Stüdyoları’nda Uluslararası Yıllık Burs Programı veriyor...

Türkiye’de British Council’ın işbirliği ile gerçekleştirilecek olan program, Türkiye’de yaşayan ve çalışan görsel sanatçılara yöneliktir. Seçkin bir Türk sanatçının dokuz ay boyunca Londra’da kalarak ve yeni projeler üreterek sanatsal deneyimini arttırmasını, yerel sanatçılarla etkileşim içine girmesini ve mesleki iletişim ağını genişletmesini amaçlamaktadır.
2005 yılı programı Ekim 2005 – Haziran 2006 tarihleri arasında gerçekleşecektir.

Başvuruların, uluslararası çapta tanınmış bir kurum, küratör, eleştirmen veya galerinin tavsiyesi kanalıyla yapılması gerekiyor. Başvuru sahiplerinin en az 5 yıllık faal sanatçılık geçmişine ve uluslararası deneyime sahip olmaları koşulu aranmaktadır.

Son başvuru tarihi: 26 Mayıs 2005
Sonuçların açıklanacağı tarih: 10 Haziran 2005
Burs Programı ve başvuru koşulları hakkında detaylı bilgi almak için www.britishcouncil.org.tr/arts&culture veya www.britishcouncil.org.tr/arts&culture/turkish sitelerine bakıyorsunuz!

Pazartesi, Nisan 11, 2005

.. . .Hukkle ..: ..

Dun CNBCE'de oynayan inanilmaz ilginc bir Macar filmi vardi... Web sitesi surada:
.. . .Hukkle ..: ..

Cumartesi, Nisan 09, 2005

D.A.N.C.E. (Dance Apprenticeship Network Across Europe) Istanbul'da...

Avrupa'nın dans ustaları yetenekli çıraklar arıyor...


Fransa, Belçika ve İngiltere’den önemli sanat kurumlarının oluşturduğu bir organizasyon olan D.A.N.C.E. (Dance Apprenticeship Network Across Europe) Avrupa’da Dans Çıraklık Ağı, Türkiye'de yetenekli dansçılar arıyor. Klasik bale ve çağdaş dans konularında yoğun bir eğitim programında eğitime uygun adaylar bulmayı amaçlayan organizasyonun temsilcileri Türkiye'den 2 yıl burs hakkı kazanacak dansçıları belirleyecek.

Artistik direktörlüğünü Jason Bechey’in üstlendiği ve 2005’in ilk aylarından başlayarak birçok Avrupa ülkesinde seçmelere başlanan çıraklık ağının seçici kurulundan Aaron Watkin ve Emilio Calcageno Amsterdam, Barselona ve Roma’dan sonra, 7 Mayıs’ta İstanbul’da olacaklar. Aynı zamanda uzun yıllar William Forsythe’ın asistanlığını yapmış olan Aaron Watkin seçmelerden sonra da İstanbul Devlet Balesi’nde çalışmalar yapmak üzere iki hafta süreyle Türkiye’de kalacak.

Seçici kurul tarafından kendilerine William Forsythe, Angelin Preljocaj ve Wayne McGregor gibi Avrupa’nın en iyi koreograflarının yapıtlarından bölümler öğretilecek adaylar, kendilerine hazırlanan bu uluslararası olanaktan yararlanmak için ter dökecekler.

Projenin İstanbul ayağının evsahipliğini İstanbul Devlet Balesi yapacak. Seçmelere katılmak isteyen 18-25 yaş arasındaki dansçıların ön elemelerine katılmak için, en geç 15 Nisan 2005 akşamına kadar info.istbale@kultur.gov.tr veya Alim Günay alim@ttnet.net.tr adresine özgeçmişlerini yollamaları gerekiyor...



Pazartesi, Nisan 04, 2005

...::: ALITARGA.COM :::... BILIM-KURGU ALANINDA E-KITAPLAR

Ali Targa.com'da:
BUZLAR GEZEGENI ERNA ve
SARGON!

FUL YAPRAKLARI - Istanbul Devlet Tiyatrosu

DEVLET TİYATROSUNDA "INTERNET"Lİ İLK OYUN: "Ful Yaprakları"

Yazan: Civan Canova
Reji: Turgay Kantürk
Dekor: Ethem Özbora
Kostüm: Gülhan Kırçova
Işık: Enver Başar
Oyuncular:

Özlem Güveli, Özden Çiftçi, Musa Uzunlar

Yer:
AKM ODA TIYATROSU
1,2 ,5,6,7,8,9,19,20,21,22,23 NISAN SAAT 20:00
2,3,9,10,23,24 NISAN SAAT 15:00

İletişim:
AKM GİŞE- 0212 245 25 90
TAKSİM SAHNESI- 0212 249 69 44
TOPLU SATIŞ- 0212 292 39 00/111
E-posta- istdt@istdt.gov.tr
Web: http://www.istdt.gov.tr/oyunlar/oyun.asp?lngType=0&lngPlayID=236
Cevrimici Bilet: www.dtgm.gov.tr


Cumartesi, Mart 26, 2005

SEMAVER KUMPANYA

müzikli danslı güldürü - “Süleyman ve Öbürsüler” geliyor…

Yazan: Yavuz Pekman
Yöneten: Ayşenil Şamlıoğlu

28 Mart Pazartesi 20:30 (Prömiyer)
29 Mart Salı 20:30
2 Nisan Cumartesi 15:00

“Süleyman ve Öbürsüler” ademoğlunun yaşamdan hiç ders almayan yanına işaret ediyor; toplumsal ve bireysel sorumsuzluğunu, kayıtsızlığını, aymazlığını acı bir alayla anlatıyor.


Müzik: Can Atilla
Hareket Düzeni: Cihan Yöntem
Dekor Tasarımı: Hakan Dündar
Kostüm Tasarımı: Funda Çebi
Müzik Direktörü: Çiğdem Erken
Işık Tasarımı: Ulaş Yatkın


http://www.semaverkumpanya.com/

0 212 585 59 35
Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosu



NOT: Bu arada kaç yıldır ayakta kalmak için özveriyle uğraş veren Semaver Kumpanya "SOYULMUŞ"... Haber şöye ulaştı:
Semaver Kumpanya soyuldu…

28 Mart Pazartesi günü 20:30’da prömiyerini yapacağımız yeni oyunumuz “Süleyman ve Öbürsüler”in müzik aletleri
dün sabaha karşı tiyatromuza giren bir hırsız tarafından çalındı. Dün gece prova sonrası Kocamustafapaşa’daki sahnemize dekor girişinden camı kırarak giren hırsız ve ya hırsızlar yeni oyunumuzda kullandığımız müzik aletlerinin önemli bir kısmını aldı.Müzik aletlerinin yanı sıra bazı oyun aksesuarları ve elektronik aletler artık yok.

Çalınanların tam listesi aşağıda:

1 adet telsiz mikrofon
1 adet siyah bas gitar Rafter Marka 4 Telli
1 adet picolo trompet altın sarısı renginde (boyu küçük) Jupiter marka siyah küçük deri kutu içinde.
1 adet Phillips marka gri yeşil müzik seti (CD çalar ve kaset çalar)
1 adet siyah kılıfında keman

Duyurulur..
Semaver Kumpanya / Çevre Tiyatrosu
Kocamustafapaşa

0 212 585 59 35
__________________
İnanılmaz sayıda geçmiş olsun mesajı almışlar. Ama önemli olan çalınanları yerine koymak...

MIMARLIK MUZESI'NDE SADI CALIK

Sadi CALIK: HEYLEK OLMAYAN YERDE HEYKEL YAPMAK ICIN YASAMAK- Mimarlik Muzesi ..:::.::

Cumartesi, Mart 12, 2005

Anlat Istanbul

Cok begendik... (Final biraz reklam filmi gibi olmakla birlikte)
Anlat Istanbul

Cuma, Mart 11, 2005

Jules Verne Exhibition, Paris, Palais de Chaillot

Jules Verne Sergisi- Paris

Jules Verne, le roman de la mer...

http://education.france5.fr/julesverne/

İngilizce sayfa: http://www.musee-marine.fr/index.php?lg=en&nav=360&flash=1



CANNES'DE BIR ARDESENLİ RESSAM: SADIK VARER

04 Mart 2005 tarihinde Cannes'da açılan ve 31 Mart 2005 tarihine kadar sürecek resim sergisinin açılışında şöyle konuşmuş Sadık Varer:

“Bayanlar, baylar sizleri içtenlikle selamlıyorum. İstanbul’dan geldim. Burada sizlerle Türkçe konuşuyorum. Ancak resimlerimde kullandığım dil Fransızcadır.. Yunancadır.. İtalyancadır... İspanyolca ya da Çincedir!. Çünkü sanatın dili insanlığın ortak dilidir.
Benim için resim yalnızca renk, soyut bir ifade biçimi ya da estetize edilmiş bir doğa yorumlayışı değildir; resim daha kapsayıcı ve ciddi bir iştir.
Kuşkusuz resimde renk-biçim-estetik değerler önemlidir; ama düşünce de önemlidir.
Adını hatırlayamadığım bir filozof şöyle demiş: “ Düşüncelerimi resimle ifade edebilseydim, kalem yerine fırça kullanmayı tercih ederdim”. Bunu önemsiyorum.
Bu yaklaşım modern dünyanın az sorgulayan ressamları için eskimiş sayılıyor. Bunu biliyorum...
Ama şunu da biliyorum: dünyayı sorgulama ve yorumlama düşüncesine uzak duran ressamların sayısındaki artış, resim sanatının zayıflamasına neden oluyor..
Belki de bundandır: günümüzde Guernica katliamını kayıt altına alan Picasso’ya ya da savaşın vahşetini anlatan Goya’lara fazla rastlanmıyor artık!.
Ressam yalnızca güzel olanı değil, tanıklığını yaptığı açlığı, savaşları, ekolojik felaketleri ya da kadın-erkek eşitsizliğini de çizme sorumluluğunu göstermelidir.
Böylece ressam, gerçekten kalıcı değerler üretmiş ve insanlığın ortak kültürel mirasına katkıda bulunmuş olabilir.
Bayanlar, baylar: bu ortamda sizlerle birlikte olmaktan mutluyum. Teşekkür ediyor, iyi akşamlar diliyorum."

Sadık Varer
Biyografi ve çalışmaları için : www.art-cona.com

Cuma, Mart 04, 2005

EN SONUNDA KITAP OLDU:

"BİR TÜRK, BİR İNGİLİZ VE 3 KURUŞLUK DÜNYA'DAN NOTLAR"

“...Oysa ki, gitmek, hem de çok uzaklara gitmektir hep, hergün, her saat, belki de her dakika düşlediğimiz. Ancak, büyük şehir yaşantısının bize biçtiği eğreti giysinin içindeyken düşleri kovalayacak gücü bulamayız. Uzak diyarların hayali, ofisteki bilgisayarımızda bir ekran koruyucu, televizyonumuzun ekranındaki bir belgesel, ya da geçen yıl bir vesileyle tanıştığımız İngiliz “John”un sırt çantasıyla çıktığı dünya turundan bize yolladığı egzotik kartta kalır.”

Hakikaten düşten öteye gidemez mi, bir insanın yanına ellibeş litrelik bir sırt çantası alarak, bir kaç parça eşya ile uzak diyarlara yelken açması? O kadar imkansız mıdır bu? Ya da piyangodan çıkacak bir büyük ikramiyeye mi bağlıdır her şey?

Yaşadıkları talihsiz bir olay sonrasında, Rahmi Koç’un dünya turuna çıktığı teknede iş bulmayı, emekliliği, ya da piyangodan çıkacak büyük ikramiyeyi beklemeden 55 litrelik bir çantayla Güneydoğu Asya’nın tozlu yollarına düşen Alim Erginoglu eşi Rachel’ın, Istanbul’da geçmişte başlayan ve sonrasında Laos, Myanmar, Burma, Kamboçya, Vietnam, Hongkong, Tayland, Malezya, Singapur, Brunei Sultanlığı ve Borneo Adası’nda; kimi zaman yağmur ormanında, kimi zaman dağlarda, kimi zaman da binbir kokunun insanı alıp götürdüğü şehirlerde devam eden, 194 günlük acı-tatlı hikayeleri “Bir Türk, Bir İngiliz ve 3 Kuruşluk Dünyadan Notlar”.

Kaçmayı, gitmeyi hayal ediyorsanız ve hayatın bitmeyen bir içsel yolculuk olduğuna inananlardansanız ne duruyorsunuz, işte bu sizin hikayeniz. İyi yolculuklar...

http://alimrachel.blogspot.com

Türk soldaki. İngiliz de sağdaki. Yeni evli onlar. Kitabın kapak resmine dikkatli bakanlar, bu genç çiftten soldakinin taşıdığı "aksesuvar"dan, dünyayı neden "üç kuruşluk" diye nitelendirdiklerini çıkarabilir. Aslında dünya "üç kuruşluk" ama yaşam çok daha fazlası... Bu yüzden yaşamlarının hakkını vermeye kararlı, benim de genç arkadaşlarımdan olan yazar ve eşi her fırsatta düşlerini gerçekleştirmek için (ekonomik) gezilere çıkıyorlar...
Ne var ki artık İngiltere'ye yerleşiyorlar. Gitmeden önce Türk kamuoyuna söyleyecek bir çift sözleri var şu yaşam konusunda... 9 Mart 2005 Çarşamba akşamı, saat 19.00-20.00 arasında Armada'da yapılacak bir basın toplantısında paylaşacaklar görüşlerini... Alim bir de kısa görsel sunum yapacak.
Gazeteci dostlara not: Katılmak isteyenlerin postmaster (at) armadahotel.com.tr adresine katılma isteğini iletmesinden mutluluk duyulacak!

Çarşamba, Mart 02, 2005

laleper aytek'in kitabı

Birkaç hafta önce Laleper Aytek'in kitabından sözetmiştik burada: "Kendine Ait Bir Fotoğraf"...

Aytek, Virginia Woolf'un "Kendine Ait Bir Oda"sına bir gönderme yaptığı bu ilk kitabından nasıl eleştiriler alıyor? Bunu henüz bilemiyorum.
Ben okudum ve baktım... Bazı fotoğrafların kitaptaki baskılarında yaşanan talihsizlik dışında kitaba diyecek söz yok. Gözlerinizi dört açmaya, gördüklerinize -ya da öyle sandıklarınıza- çok boyutlu bakmaya davet ediyor. Ya da "resmin arkasını görün" mü diyor? Çok kibarca yapıyor bunu tabii... Niye Virgina Woolf'dan yola çıkıyor peki? Bunu "Fotoğrafın Cinsiyeti" yazısında buluyoruz:


“Kendine Ait Bir Oda”da Virginia Woolf kadınların yüzyıllardır “görünmezliklerine” edebiyat ve kadın bağlamında bakarak (bunu fotoğraf ve kadın olarak değiştirdiğimizdeyse durum daha da vahimleşiyor, kadınlar daha da silikleşiyorlar!!!) oldukça temel bir soru: “kadınların neden yoksul oldukları” sorusunu soruyor. Kadınların yüzyıllarca eviçlerinde, sadece ev işleri yaparak ve çocuk yetiştirerek (önemsiz değil ama sürekli ve bir tek o yapıldığında besleyici olmadığı gibi geri de bırakıcı), hayattan, dünyada olan bitenden soyutlanarak –sadece izleyerek ama katılmadan-yaşadıkları, yaşamak zorunda bırakıldıkları bir dünya düzeni içinde doğal olarak sanat alanında da görünür olmaları oldukça yavaş ve sonradan olmuştur...
...ve Türkiye’ye dönerek; “bugün, Türkiye’de kaç kadın
fotoğrafçı olduğunu” soruyorum. Bu soruların hiçbirinin cevabının
birbirinden farklı olmadığının da farkındayım. Kadınların sanatta ve (nedense sanat olup olmadığı hala tartışılabilen) fotoğrafta da bu kadar “görünmez”, bu kadar “isimsiz”, bu kadar “yoksul” ya da bu kadar “geç kalmış” olmalarında; tarihsel süreçte, bu kadar
“içerde bırakılmış”, bu kadar sanatla yanyana görülmemiş ve bağdaştırılmamış”, bu kadar “herşeyden uzak tutulmuş”, bu kadar ve bir tek “çocuklarının annesi, evin düzenleyicisi, temizleyicisi, yemek pişiricisi, bulaşık ve çamaşır yıkayıcısı” olarak görülmüş olmasının büyük rolü olmuştur ve hala da olmaktadır.
Virgina Woolf bu durumu yine “Kendine Ait Bir Oda”da kısaca şu
cümlelerle anlatıyor: “Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte hiç görülmez. Kurmaca yazında kralların ve fatihlerin yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ailesinin parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğlanın kölesidir.” ... Ama fotoğraf öyle değildi, fotoğraf , mutlaka ya da daha çok evin dışında olmayı, dışarda çalışmayı, insanlarla, hayatla, tüm olan bitenle karşılaşmayı ve bire bir maruz kalmayı gerektiren, zorlayan bir alan ve bir araçtı(r). Ve fotoğraf kadını yüzyıllardır seyredilen olandan, seyreden olana taşıyan güçlü bir ifade biçimidir. Kadınların fotoğrafta bu kadar sonradan var ve görünür olmalarını, sayılarının azlığını doğru anlaşılabilmesi ve yorumlanabilmesi için önce böylesi bir tarihsel sürecin ve fiziki koşulların gözden geçirilmesi, incelenmesi gerekir.
İlk kadın fotoğrafçılardan biri kabul edilen Juliet Margaret
Cameron’un ilk fotoğrafını 1864’de, (küçük kızının annesinin canı
sıkılmasın diye aldığı bir fotoğraf makinasıyla) fotoğrafın bulunuşundan 25 yıl gibi kısa sayılacak bir süre sonra çektiğini biliyoruz. Bu cesaretli girişime Cameron’un eşinin engel olmaması kadar, ailesinin ekonomik bakımdan oldukça rahat ve güçlü olması da bence önemli. Çekimlerini dışarda değil ama evinin içinde, önceden tavuk kümesi olarak kullanılan ve sonradan stüdyoya dönüştürülen “camdan oda”da gerçekleştiren Cameron, gözüne güzel görünen bir anı, doğru netlik yapmaya ve objektifi yeterince sıkıştırmaya gerek duymadan cesaretle tespit etmiş ve bu yüzden (ve bence bir de kadın olduğu için) tekniği bilmemekle suçlanarak, fazla ciddiye alınmamış. Özellikle o yıllarda elinde fotoğraf makinesiyle bir kadının dışarlarda dolaşması, izlemesi, bakması, seyretmesi ve fotoğraf çekmesi herhalde hiç de kolay değildi (bugün bile çekimlerde yaşadıklarımız ortadayken!!!). Sanıyorum tek başına bu bile gecikmenin haklı bir açıklamalarından biri olarak kabul edilmelidir." "...Bugün kim bu zamanın “kendine ait fotoğrafı”
olan kadın fotoğrafçıları daha da çoğaltmayacağını söyleyebilir?..."

Ben de soruyorum şimdi -feminist de değilim üstelik-; "Bu güzelim kitaptaki usta fotoğrafçılara ait fotoğrafları basarken yapılan teknik "azizlik", şöyle aksi, kaprisli, bir erkek fotoğraf sanatçısının kitabı basılırken yapılsaydı, kitap bu haliyle yine de satışa sunulur muydu sunulmaz mıydı?"

Siz yine de bulursanız kitabı bu haliyle edinin, "nümizmatik" değeri olacak bu baskının gibi geliyor bana, sonraki baskılarda bunların bulunamayacağını varsayarak...


Bu kez Mimar Sinan Londra'da!

Mimar Sinan'ın eserleri Londra'da

“Türkler: Bir İmparatorluğun Mimarları ve Mimar Sinan'ın dehası” adlı fotoğraf sergisi Londra'da açıldı. Londra'nın ünlü sanat galerilerinden biri olan Shapero'da açılan sergide Mimar Sinan'ın eserleri, mimar-fotoğraf sanatçısı Ahmet Ertuğ'un 35 fotoğrafıyla sanatseverlerin ilgisine sunuluyor. Ağırlığın Mimar Sinan'ın eserlerine verildiği sergide, 16. yüzyıl İznik çinileri detay fotoğrafları da önemli bir yer tutuyor.

Shapero Galerisi de sergi çerçevesinde koleksiyonundaki Osmanlı dönemine ait antika kitap ve 1790 tarihli 10 adet suluboya resmi sanatseverlerin ilgisine sundu.

Yüksek Mimar Ahmet Ertuğ, sergiyle Türkiye'nin kültürel ve sanatsal açıdan da AB'ye büyük katkılarda bulunabileceği gerçeğini İngiliz kamuoyunun dikkatine sunmayı hedeflediklerini bildirdi.

Ertuğ, kendisinin de ortağı olduğu Ertuğ & Kocabıyık Yayınları bünyesinde bugüne kadar 16 sanat kitabı yayımladıklarını belirterek, bu kitapların Kariye müzesinden Ayasofya'ya, Kapadokya'dan İstanbul Arkeoloji müzesine kadar Türkiye'nin tarihi mirasını, sahip olduğu zenginlikleri dünyaya tanıttığını söyledi.

Yüksek Mimar Ahmet Ertuğ ve Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık'ın işbirliğiyle kurulan Ertuğ & Kocabıyık Yayınları, Osmanlı, Bizans, Roma ve Helenistik sanatını tanıtan kitaplar yayımlıyor. Çeşitli dönemleri ele alan 16 sanat kitabına imza atan yayınevi, bu kitapların fotoğraflarından metinlerine, kağıtlarından, baskılarına ve renk ayrımlarına kadar dünya çapında konusunda ün yapmış uzmanlardan yardım alıyor.
Kitaplar, İsviçre ve İtalya'da sektörün en iyileri tarafından basıldıktan sonra, ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa'daki ünlü müze, kültür merkezi ve kitapevlerinde satışa sunuluyor.
-------------------------------------------------------------
This news in English:

TURKS :: Architecture... experience the outstanding achievements of Sinan’s architectural ... interiors of the16th century Ottoman architecture. ... Venue: Bernard Shapero Rare Books, 32 St ...
www.turks.org.uk/index.php?pid=49
- 15k - 28 Feb 2005 - Cached - Similar pages

TURKS :: Turkish Season in London
Turks: A Journey of a Thousand Years, 600-1600 co-incides ... Photographs by Ahmet Ertugexploring the architecture of Sinan, chief architect to Suleyman the ...
www.turks.org.uk/index.php?pid=30
- 13k - 28 Feb 2005 - Cached - Similar pages

-------------------------------------------------------------

Other related links:
Asım Kocabıyık Kültür Eğitim Vakfı: http://www.akkev.org.tr/
Shapero (Rare Books) Web Site: http://www.shapero.com/
A story from Amsterdam Book Fair: http://www.amsterdambookfair.com/shapero.htm
Address:
Shapero Gallery
24 Bruton Street
W1J 6QQ
Get here from Green Park
8. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali
8. Uluslararası Belgesel Sinemacılar Konferansı

The 8 Th Conference Of Documentary Filmmakers
The 8 Th International 1001 Documentary Film Festival
2-6 Mart 2005 - İstanbul - March 2-6, 2005
Click on the picture left!

Pazar, Şubat 20, 2005

Tay Projesi.Org'da "Höyük"'de bir Ali Kabaş Sergisi: Sessiz Köyler...



Salı, Şubat 08, 2005

Archives

Archives & Museum Informatics: Museums and the Web 2005

Laleper Aytek'ten "Kendine Ait Bir Fotoğraf"



Bir insan bu kadar güzel "alçakgönüllü" olabilir ancak! Bakar mısınız ilk kitabını tanıttığı şu cümlelere lütfen?


Kendine Ait Bir Fotoğraf
fotoğraf çekmeye başladıktan
20 yıl,
fotoğraf üzerine yazmaya başladıktan 10 yıl sonra
bir ilk kitap.
fotoğrafı düşünmek üzerine
fotoğrafa dair düşünceler(im),
sorular(ım) ve
akıl karışıklıkları(m).
Ortalık kısa yoldan ün ve para sahibi olmak için "aklını" kitap yapıp pazara çıkaranlarla bu kadar dolmuşken, sen kalk "akıl karışıklıkları(m)" de! O parantez içindeki "m"yi aslında başka karışık akılları anlatırken incelik yapıp koyduğuna eminim Laleper... Ama önce bir okuyalım kitabını bakalım... Gene yazarız. Ey ziyaretçi, sen de aşağıdaki resmi tıkla, bu güzel insanın yaptıklarını gör lütfen hazır gelmişken:

Özlem Kalkan Erenus'tan yola çıkarak...

Nereden nereye...

Karlı bir İstanbul sabahı. Bilgisayarın başına geçmişim. Bir e-posta; Özlem Kalkan Erenus'tan. "İnternet ortamının bizlere zaman zaman hazırladığı güzel sürprizlerden biri olarak değerlendiriyorum 'web'de kültür sanat' sitenizi... Elinize sağlık..." diyor. Sevip saydığı hocası Gülseren Kayalı'nın yaklaşmakta olan resim sergisi ile ilgili bir davetiye ve bülten de eklemiş... "Web'de Kültür Sanat" yazıları hanidir geleneksel basında yayınlanmadığı halde bu siteye konulması amacıyla hemen her gün benzer bilgi ve belgeler geliyor. Demek ki burada da işlevsel kalabiliyoruz. Bu iyi. Elimden geldiğince ben de buraya koyuyorum o malzemeleri. Ama bu sefer Erenus'un yolladığı mesajdan koca bir başka yazı çıkacak. Bu açık. Niye mi? Eh, vaktiniz olduğunda Erenus'un kendi web sitesine bir girerseniz, ne demek istediğimi bizzat yaşar, daha iyi anlarsınız! "Vaktiniz olduğunda" uyarımı da ciddiye almanızı öneririm. Çünkü son derece "yalın", "net", "az/öz" görünümlü, tam da bir "web'de zen tasarımı" örneği gibi görünen bu site, sunduğu içeriğin niceliğinden çok, niteliği ile sizi "alıp götürüyor"... "Nereye" mi? Bu, merak alanlarınıza bağlı olarak başka sitelerden, hayata dair düşüncelere doğru değişebilir...

Ben nerelere gittim?

Sanatın sınır tanımazlığı...

Önce Özgeçmiş'ini okudum Özlem'in. 1971 doğumlu, İÜ ve ODTÜ'de İşletme eğitimini tamamlamış. 1994'de yaşamında resime yer açmış. 1994'den 2005'e kadar ne kadar çok şey yaptığına şaştım kaldım. Dünyanın hemen her coğrafyasında iz bırakmış. Resimleri özel ve resmi koleksiyonlarda yer almış. TransCultural Exchange (Boston - ABD) organizasyonunun davetiyle, dünyanın çeşitli ülkelerinden 100 sanatçının ürettikleri fayansların birlikte yerleştirilerek edilerek, 20 ülkenin 22 ayrı kentinde, 22 adet kollektif yapıtın oluşturulduğu "Çini Projesi Hedef: Dünya" başlıklı etkinlikte solda gördüğünüz (üzerine tıklarsanız, bu projeyi hazırlayan "Kültürlerarası Değişim"; "TransCulturalExchange" girişiminin projeyle ilgili sayfasına gideceğiniz) 22 fayansı hazırlamış. Aslında bu projenin gelişimde daha önceden beri Türkiye'yi temsil ederek çalışan bir sanatçımız var: Gülay Alpay. Alpay Fransız Sanatçı Ralph G.Brancaccio, Amerikalı Sanatçı Mary Sherman ve Özlem Kalkan Erenus ile birlikte çalışarak, 2004 Mayıs'ında Artemis galerisinde projenin İstanbul yerleştirmesi faslını gerçekleştirmiş... Mary Sherman ise bu "Kültürlerarası Değişim" grubunu kuran 6 Şikago sanatçısından biri. Fikrin doğum tarihi: 1988! Bu insanlar (daha "9/11 hadisesi" olmadan önce, içlerine doğmuş gibi), bu dünyadaki olumsuzlukların aşılmasında sanatın sınır ötesi bir yolculuğa çıkmasının "hayırlı" olacağını düşünmüşler ve yaptıkları işleri Viyana'ya göndererek bu işe kalkışmışlar. Şimdilerde proje gerçekten yaygınlaşmış. Yalnızca "sanatçı"ları değil, çoluğu çocuğu herkesi işin içine katmışlar. Bu tür küresel projelerin yönetimi için yazılmış bir program kullanarak, projeyi web üzerinden de örgütlemeyi sürdürüyorlar: http://tce.smartworkspaces.com/

Çini projesi ise daha bitmemiş. 2005 yılı içinde dünyanın diğer noktalarında bir araya gelmeye devam edecek çiniler. Niçin mi "çini"? Eski Mısır'dan bu yana dünyanın her yerinde, her mimaride, her evde bulunan ender ögelerden biri olarak kültürün bağlayıcılığını o temsil ediyor!

Web'de kültür sanat; "Mail Art" ve dünyanın çocukları...

Özlem, Balkan ülkeleriyle de sanatsal ilişki içinde. Yandaki (fotokopi üzerine mürekkep) çalışmayla Romanya'da kurulmuş Inter-Art Vakfı 'nın 2003 "AiudOnLine Uluslararası Email Art Yarışması Inter-Art Sanat Vakfı Özel Ödülü"nü kazanmış. Aynı yerde 2001'de açılan "Balkan Dostluğu" sergisine katılmış. Inter-Art Vakfı da Erenus'u çok seviyor olmalı herhalde ki Vakfın web sitesi onun "zürafa kadınları"ndan bir grup ile açılıyor... Sınırları boşverip, çocuklara uzanmak burada da karşımıza çıkıyor. Örneğin 2004'de çocuklara dönük bir "MailArt" etkinliği de onlar yapmış: http://www.inter-art.ro/mailart/?page=5

Çocuklar... Özlem Kalkan Erenus'un çocukları "ateşe bakan karaderili çocuklar", "çöp toplayan çocuklar", "askerlerin şeker attığı çocuklar"... 1999'daki solo sergisi "OnÜçBuçuk"da karaderili kadınlar ve çocuklarını şöyle özetliyor:

Resmettiğim zencilerin, soft pasteldeki teknik becerimin önüne geçtiğini söyleyenler haklı olabilir. Ama bu noktada onların “rol çaldığını” söylerken haksızlar. Çünkü ben bu resimleri yaparken zaten “başrolü” karaderililere verdim. “Bakın ben bu boyaları beceri ile kullanıyorum” demek, benim için altını çizmeye çalıştığım duyarlılıktan daha sonra geliyor. “Siz bir on üç buçuk musunuz?” gibi akıl ve zekadan uzak sorular soran beyinlerin, bu duyarlılık ve farkındalığa o kadar
ihtiyacı var ki…



Pırlanta, sonsuza kadar!

Bütün dünyanın -zürafa boyunlu olmayan!- kadınlarına benimsetilmeye çalışılan bu slogan, aşk ile pırlanta arasında bağlantı kurup, aşklarını "pırlanta armağan ederek sonsuzlaştırmaya çalışan" erkeklerin de işini güçleştiriyor. Bir "Wall Street çalışanı" Thomas Hope da o erkeklerden biri. Evleneceği kıza 14 bin dolara malolan bir pırlanta yüzük alıp, taksitleri öderken “İlk elmas yüzüğü icat ederek, milyonları kafalamayı başaran o sivri zekalıyı bir bulursam benzeteceğim” diye dertlenen Thomas, Özlem'in New York Metropolitan Müze'sinde açtığı “Maskesiz Beyazlar: Zenciler” sergisini gezmiş. Gezerken bir taraftan karaderililere bakıyor, bir taraftan da yüzüğü düşünüp hayıflanıyor. Sonra birden bir şimşek çakıyor kafasında. Ben ne kadar anlatsam Thomas'ın duygularını özetleyemem, en iyisi Serdar Özkan'ın çevirisinden aynen vermek onları:



Zenci portrelerinizin herbiri farklı duyguları yansıtıyordu: Kimi olumlu,
kimi olumsuz, güçlü, zayıf, durgun, hareketli, vesaire. Ama hepsinin tek bir
paydada buluşuyordu. İç dünyalar olduğu gibi yüzlerdeydi. Şeffaf…
Transparan… Maskesiz… Bizim toplumumuzda heran elimizin altında ihtiyaca göre değiştirdiğimiz, maskeler yoktu onlarda.

Maskeli balolar çok rahatlatıcı gözükür. Gizlemek istediklerini kolayca saklayabilirsiniz. Afrika toplumundan bu insanlar neden bu rahatlıktan yüz çevirsinler ki? Onlar da toplumsal şartlanmalar yok muydu? Onların gizlemek istedikleri zayıflıkları yok muydu? İç dünyaların dışa bu kadar kuvvetli yansıması onları incitmiyor muydu? Hayır, onlarda bizim gibi insanlar. Saydamlıklarının başka bir sebebi olmalı...

Acaba bu saydamlık, yüzyıllarca “yük” altında ezilmenin şeffaflığı
mıydı?

Öbür yandan Wall Street’teki insanlar belki de onlardan daha
fazla bir yükün altındalar. Telaş, stres, belirsizlik, geceyarılarına kadar
çalışma, tüketme derdi, bir de daha az tüketiyor olma kaygısı ve mutsuzluk.
Kaldırılır yük değil. Ama bu yük, sadece maskelerinin çoğalmasına yarıyor….

Çünkü yükleri yaşama dair değil, insanın temel ihtiyaçlarının yükü değil.
Hayatını, daha beğenilen maskeyi satın alabilmeye adayan “kendini kanıtlamanın”
yükü.

Belki de portrelerinize canveren, modellerinizin, yaşamın ve özgürlüğün kutsallığını en zor şekilde hisseden, “kendini kanıtlamaya” zaman bulamayan bireyler olması.

Kendimize yabancılaştığımızı, dünyanın bir ucundaki yabancılarla evimde bana bir kez daha hatırlattığınız için sonsuz teşekkürler…
Thomas Hope



Teşekkürler Özlem Kalkan Erenus... Yaptıklarınızı ve dünya ile ilişikinizi web'e iyi ki böyle güzel taşımışsınız. Bu sabah hem sizi tanıdım, hem bir sürü şey öğrendim, hem ben de kafamdaki bazı sorulara yanıt buldum... Başkaları da başka yolculuklara çıkacak elbette sizin siteden. Ama ben buraya epeydir bu kadar zevkle yazmamıştım! Çünkü sizin varoluş biçiminiz beni çok mutlu etti ve gelecek umudumu tazeledi... Umarım başkalarını da eder...



GÜLSEREN KAYALI SERGİSİ HAKKINDA

07-28 Mart 2005 tarihleri arasında, Gülseren Kayalı, Nişantaşı Koçbank’ta bir grup resimlerini izleyiciyle buluşturacak. Uzun yıllar ressamlığını, sanat eğitimciliğiyle birlikte sürdüren G.Kayalı’nın son resimleri üzerine, Özkan Eroğlu şunları söylemekte:

“Ben, öz olarak G.Kayalı’nın yeni söylemler peşinde olduğunu ifade etmek isterim bir kez daha. Umberto Eco, bu tip söylemlerin, ‘ironi’ ve ‘eğlence’ olmak üzere, çift anlamlılık taşıdığını savunur. Bu bir anlamda modernizm üzerinde yargılarda bulunmak, hem de sonrasına bazı işaretlerde de bulunmak demektir. Doğru bir söyleyişle post-modernist bir dil yaratmaya çalışmaktır belki de. Post-modernizmin en önemli iki özelliği ‘çoğulcu’ ve ‘çeşitlikçi’ olmasıdır. Yeni modernist süreçler baş gösterdikçe, yeni post-modernist süreçler de kendiliğinden ortaya çıkacaktır, buna şüphe yok”.




Perşembe, Ocak 13, 2005

RASIM KONYAR - SERGI

2005'in ilk heykel sergi çağrısı: Rasim KONYAR'dan...