Perşembe, Ekim 24, 2002

Kula Sempozyumu ve Prof.Dr. Cevat Erder



Kula Turk Evi

Sokağa taşan çıkmalarıyla, geniş saçaklarıyla, yüksek duvarlarla çevrili iç avlularıyla, değişken sokak perspektifleriyle, “insana odaklı geleneksel Türk mimarisi”nin en karakteristik özelliklerini taşıyan bir yerleşim olan Kula (Manisa, Türkiye), son yıllarda yitirdiği “elle tutulan”(!) özgün dokusundan ve “elle tutulamayan” kültüründen geriye kalanları "kazanmaya" çalışıyor. Kula’da ve benzeri diğer Anadolu kentlerinde doğal ve kültürel mirasın doğru korunmasında en önemli nokta, bu mirasın gerçek sahibi yerel yönetimlerin seçilmiş yöneticilerinin "neye sahip olduklarının" gerçekten bilincine varması... Bu bağlamda, Kula'daki dönüşümde de Tarihi Kentler Birliği'nin ve ÇEKÜL Vakfı'nın yarattığı "etkileşimli iletişim" ve "bilimsel destek"in rolü büyük... Uygulanan stratejinin de. O strateji; “kamu-yerel-sivil-özel kesimden ‘diri’ kalabilenlerin birlikteliği”. Kula Belediyesi de halkın beklentilerini doğru yönlendirme ile dışarıdan gelen işbirliği önerilerinden ciddi ve uzun soluklu olanları ayırdetmede ve ikincilere dört elle sarılmada ciddi çabalar gösteriyor.

11 Ekim-13 Ekim 2002 tarihleri arasında yapılan "Kula -Koruma, Yaşatma, Geliştirme, Araştırma, Proje, Uygulama- Sempozyumu" bu bağlamda önemli bir örnekti. Kula Belediye Başkanı Selim Aşkın, Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Kulalılar ve Kulayı Sevenler Derneği, Kültür Bakanlığı’nın Manisa İl Kültür Müdürlüğü ve Çekül Vakfı işbirliği ile düzenlenen üç günlük etkinliğin başından sonuna kadar “içinde” idi. Selim Aşkın, 800’ü tescilli, 2. ve 3. derece tarihi eserlerle birlikte toplam 2400 “tarihi eser” sahibi Kula’da “gerçek zenginliğin ne olduğunun ekonomik krizden sonra anlaşıldığını” söyledi. Sempozyum süresince "Kula'da Yaşam", "Turizm", "Geleneksel Konut Mimarisi", "Kentsel Doku Araştırmaları", "Koruma Önerileri", "Tarihi Çevrede Yeni Yapı" başlıkları altında bildiriler sunuldu, yerinde incelemeler yapıldı (Bildiri özetlerine ulaşmak isteyenler için e-posta adresi şöyle: nezihat.koskluk@deu.edu.tr ).

İzleyiciler arasına zaman zaman Kula’lı genç öğrencilerin de katılması ilginçti. Mesela bir lise öğrencisi “Kenan Evren Etnografya Müzesi’nin Kula Kent Müzesi’ne Dönüştürülmesi Projesi” başlıklı bildirinin sunumundan sonra, “Peki bizim bugüne kadar doğru dürüst bir müzemiz hiç olmadı, bunun nedeni Kula’nın coğrafi konumu olabilir mi?” diye bir soru sordu. “Hayır” dediler genç öğrenciye, “Kula bu konuda yalnız değil, çünkü kent müzesinin ne olup, ne olmadığını anlamak coğrafi konumdan daha önemli”... Sonra kent müzesi kavramı hakkında daha ayrıntılı bilgi verildi (Bkz. Tarihi Kentler Birliği’nin Kent Müzesi ve Arşivi Yönerge”si ) ...

O oturumu Prof. Dr. Cevat Erder yönetiyordu. Prof. Erder’i, Milliyet’in 80’li yıllarda yaptığı, -benim de içinde cansiperane çalıştığım- “Kültür Mirasımızı Koruma Kampanyası”nı bilen okurlar da iyi tanır, restorasyon ve koruma teorisi uzmanı Erder Hoca, uzun yıllar UNESCO’nun bu alandaki kuruluşu ICCROM’u yönetmişti, Roma’da. Sonradan Güneş’e taşınmak zorunda kalan “Tarihi İstanbul Çeşmeleri Kampanyası”da da uzaktan hayli destek vermişti. İşte uzun yıllar sonra Cevat Hoca ile Kula’da karşılaşmak heyecan verici oldu... Cevat Hoca, Kula Belediyesi’nin yer ve araç gereç sağladığı ÇEKÜL’ün geçici “Çevre ve Kültür Evi”nin açılışını yaptı. Onur Defterine yazdıkları şurada:
Erder Notu

Sonra Kula Belediyesi ve ÇEKÜL Ege Bölgesi Koordinatörlüğünün işbirliği ile onarılmış “Eski” ya da “Çukur Çeşme” çevresinde yine bir “çeşme onarımı” tartışıldı...

Bu arada ÇEKÜL Kula Temsilcisi Av. Nadir Yağlı ile tanıştık. İstanbul Hukuk ’76 Mezunu Yağlı, yıllardır, Kulalı’lara ücretsiz ödünç kitap veriyormuş. Yazıhanesinin camına buna dair bir levha da asmış. Şimdi Çevre ve Kültür Evi’ne, “7 Kitap Kitaplığı”na taşımış kitapları... “Hiçbir belge ya da teminat istemedim, ama her seferinde geri geldi kitaplar” diyen Yağlı, çok heyecanlı idi açılışta...
Gonullu kutuphane

Kula’dan sonra Uşak, Antalya, Afyon ve Kütahya’dan saptamalar var. Haftaya!



Salı, Ekim 22, 2002

“Aldatma”nın bilimsel açıklaması...





Prof. Dr. Cahit Can ile geçen ay, bir “HFSA” toplantısında tanıştık. “HFSA”; “Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi” grubu... “Onlar” Türkiye’nin dört bir tarafından bir avuç hukukçu ve felsefeci olup, İstanbul Barosu’nun evsahipliğindeki toplantıda, sanki başka bir yıldızdan gelmiş gibiydiler. Hukuk ve felsefenin kesişip ayrıldığı noktaları hararetle tartışırken, incelik ve nezaketi asla elden bırakmadan, birbirlerinin en ufak bir açığını kaçırmamaya dikkat ediyor, yeri geldiğinde kimsenin gözünün yaşına bakmadan taşı gediğine oturtuyorlardı. İçlerindeki kimi felsefecilerin; -mesela bir İoanna Kuçuradi, bir Betül Çotuksözen- hukukçulara göre daha çok tanındığını sanıyorum. Ama o hukukçulardan Ankara Hukuk Fakültesi Hukuk Felsefesi öğretim üyesi Prof. Dr. Cahit Can’ın, bugünlerde adından daha geniş çevrelerde de söz edileceğine eminim. Nedeni de son yazdığı kitap: “Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar”. Seçkin Yayıncılık'tan yeni çıktı. Hele de “aldatma”nın gelip gündeme oturduğu şu kesitte. Yazarı bu kitabı niçin yazdığını bakın nasıl açıklıyor:

“Bu kitabın yazılmasının başlıca amacı, biyolojik insanın konumundan giderek uzaklaşmaya başlayan toplumsal insanın kimi evrensel; yapma, düşünme, duyumsama biçimlerinin olup olmadığının saptanması ve bu biçimlerin kültürel kurumların yönünü ne ölçüde etkilediklerinin sorgulanmasıdır. Kültürel tüm kurumların eş süremli ve art süremli (tarihsel) tüm gelişmeleri araştırılamayacağı için, biyolojik cinsellik ve ondan kaynaklanan cinsel suçlar, araştırmada temel öge olarak ele alınmışlardır. Tarih, sosyoloji, felsefe, psikoloji, hukuk vb. gibi insanbilimlerinin ortaklaşa konularına yönelerek disiplinler arası bir sentez oluşturma çabasıyla hazırlanmış olan bu eser, toplumsal insanın; antropolojik, sosyolojik, psikolojik konumunu ve özellikle felsefi düşüncenin ve hukukun hangi insani eğilimler uzantısında varlık kazandıklarını ve ayrıca cinsel suç kavramının ne tür fiilleri kapsayabileceğini merak eden herkese hitap etmektedir”...

Hiçbir toplumun “ihaneti” erdem olarak nitelendirmediğini belirten ve bunların nedenlerini araştıran Yazara göre, sayısız bilinmeyene doğru yanıtların getirilebilmesi, kendisinin giriştiği gibi; antropoloji, tarih, sosyoloji, felsefe, psikoloji, hukuk vd. gibi insanbilimlerinin ortaklaşa konularına yönelinerek, disiplinler arası bir sentez oluşturma çabasıyla gerçekleştirilebilir. Prof. Can “toplumsal insanın evrensel doğası” belirlemesinin, sıkça sözü edilegelen “değişmez bir insan doğası” kavramıyla aynı anlamı taşımadığını çünkü toplumsal insanın gerektiğinde –biyolojik doğasını- dönüştürebildiğini ortaya koyuyor.

“Sonsöz”ü Ankara Hukuk Fakültesi’nin web sitesinde de tanıtılan bu kitabın “Önsöz”ü ile söyleyeyim:

“Bu kitap, yazarının otuz beş yıllık akademik yaşamının ilk yirmi beş yılında öğrenmiş ve öğretmiş olduklarıyla, son on yılına sığdırmaya çalıştığı birikim arasındaki uzlaşmazlıktan kaynaklanmış olduğu için, bir ‘reddi miras’ olarak da algılanabilir”.


YAYIN:17 Ekim 2002, Perşembe, Milliyet Kültür Sanat Eki






Bir “koreografik fırtına” ya da “sessiz diplomasi”...




“Koregrafik fırtına” benzetmesi “The New York Times” gazetesinin dans eleştirmeni Jack Anderson’a ait. Anderson, gazetenin 1 Ekim 2002 tarihli nüshasında yer alan, “Duvarları Patlamak Üzere: Odalar” başlıklı yazısında, “St. Mark’s Church”de (NewYork) izlediği “Silicon Dans Projesi”nden hayranlıkla sözediyor. Bu gösteriyi beğenip, geniş kitlelere duyuran, yalnızca “The New York Times” değil. “Time-Out” dergisi, çeşitli web yayınları, -artık taksilerde de izlenmeye başlanan- “Newyork One” televizyon kanalı, gösterilerin takvimini ve tanıtımını ABD’deki sanat çevrelerine duyurmaktan geri kalmamış.

13 Eylül– 05 Ekim 2002 tarihleri arasinda 5 kentte 11 gösteriden oluşan ABD turnesini tamamlayan “Silikon Dans Projesi”nde, 6 Türk ve 3 Amerikalı sanatçı artistik işbirliklerini sahneye taşımış. Türk tarafı, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü Modern Dans Topluluğu sanatçıları. ABD tarafı, Massachusset’li “Chimerea Pysical Theatre”. Proje, dansçı – koreograf Alpaslan Karaduman ve Burge Öztürk ile ABD’li dansçı-koreograf Mollye Maxner’ın birlikte oluşturdukları “Room” (“Oda” ki bu eser ilk kez “Dans Platform -2 Türkiye” projesi kapsamında 2002 Mayıs’ında Ankara’da oynanmış) , Kelly Parsley in “Table” (Masa), Mikal Evans’ın “Dark Room” (Karanlık Oda) adlı çağdaş dans ve dans tiyatrosu yapıtlarından oluşmuş. Jack Anderson’un “duvarlarının patlamak üzere” olduğunu söylediği “oda benzetmesi” ile içinde yaşadığımız, bizi tanımlayan, kalplerimizde yarattığımız... odalara gönderme yapılmış. Koreografi, “soğuk, acı dolu, girilmesi zor” ve “sıcak, davet edici, esin verici odalar” yaratmış... Karaduman, Öztürk ve Maxner “bizim odalarımızı, odalarımızın bizi nasıl biçimlendirdiğini” göstermişler... “Silikon Dans Projesi” turnesini duyuranlardan Washington’daki Türk öğrencilerin oluşturduğu “Delikodu” haber forumu, bu gösterinin ABD’ye tam da 11 Eylül dolaylarında gelmesinin bir rastlantı olmadığını, “Massachusett’li Chimaera Physical Tiyatrosu ile işbirliği yapan, İslam dünyasındaki devlet destekli tek çağdaş dans grubu Devlet Opera ve Balesi Modern Dans Topluluğunun bir jesti” olduğunu vurguluyor.

Temsillerin Washington DC’daki gösterimi “Kennedy Center” yapılmış ve internet üzerinden bütün dünyaya canlı olarak aktarılmış. “Kennedy Center’a gelemiyorsanız üzülmeyin, internet üzerindeki canlı yayınları izleyin!” diyen web sitesine girip, “Arşiv”i tıklarsanız, bu yayının bir kısmını izlemeniz hâlâ mümkün... “Kennedy Center” web sitesinde “islam dünyası ilintisi” vurgulanmamış. “Türkiye devletinin bir modern dans topluluğunun, böylesi bir uluslararası işbirliği ile ilk kez ABD’ye gelişi” öne çıkarılmış. Bu vesile ile uzun süre İngiltere’de çalıştıktan sonra bu topluluğun kurucularından biri olması için “ana vatana davet edilen” Beyhan Murphy’den de sözedilmiş...

Devlet Opera ve Balesi Modern Dans Topluluğu sanatçılarının geçtiğimiz Pazartesi Turkiye’ye dönmüş olmaları gerekiyor. Bu konuda daha çok bilgi almak isteyenler olursa, aynı zamanda “Modern Dans Toplulugu Sanatsal Koordinatörü” görevini de sürdüren Alpaslan Karaduman’ın e-postası herhalde en kısa yol olacak:
alpaslankaraduman@hotmail.com!

YAYIN: 10 Ekim 2002, Perşembe, Milliyet Kültür Sanat Eki



Gölgeler daha ürkektir insanlardan...




Sanat ve reklam fotoğrafçısı Laleper Aytek, önümüzdeki hafta İzmir’de “Gölgelerde(n) ve Sonradan” başlıklı bir fotoğraf sergisi açıyor. Aytek, sergi için hazırladığı web kütüğünde (weblog) , Nietzsche’nin “Gene de gölgeler daha ürkektir insanlardan” deyişini başlık yapmış, gölgelere dikkatimizi çekiyor:

“Oradadır, koyudur; bir sokağın ucundan, bir binanın siluetinden, bir pencerenin altından, bir sandalyenin uzayan ayağından, bir insanın arkasından-önünden izler ve izletir dünyayı. Hep bir başka yerdedir; zamanla birlikte uzar, kısalır, yer değiştirir, parlar, koyulaşır, solar, incelir ya da kalınlaşır ama orada, hayatlarımızın içinde. ...Gölge onda bıraktığımız yaşamalarımızın ardından bize bakarken ve kendi başına buyrukluğunda yalnızdır aslında. Oyunbazdır, doğruyu söylemez, yanıltır, aldatır, bekle diyemezsiniz gölgeye, beklemez, sadece izler. Bir varmış, bir yokmuş gibidir. Ele avuca sığmaz, şaşırtıcı, kimi zaman da muzip” ...

Aytek’in 7 sergisi bu. Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde, Türkiye’nin ilk “Kadın Sanatçılar Görsel Arşivi”ni oluşturmak da onun işi. ‘98’den beri dünyasına “dijital fotoğrafı” da katan Aytek, Metro Grosmarket’e Türkiye’de bir dijital fotoğraf stüdyosu kurup bir süre orada reklam-pazarlama müdürü olarak çalıştıktan sonra tekrar pür-fotoğrafa dönüyor şimdi. 9-28 Ekim 2002 tarihleri arasında İletişim Kitabevi’nde açık olacak İzmir sergisi, “fotograf.net” adresinden de izlenebilecek... Kalemi de en az fotoğrafçılığı kadar kuvvetli Laleper Aytek, “Fotoğraf.net”te ve Geniş Açı dergisinde düzenli olarak fotoğraf yazıları yazıyor.

“İçkalpakçı Çıkmazı / Bir Sokağın Monografisi”

İstanbul’un tarihi semtlerinden Samatya’nın İçkalpakçı Çıkmazı’nı konu alan ve aynı sokakta açılan belgesel fotograf sergisi, şimdi ikinci bölümüyle Fotografevi’ne taşınıyor. 25 Ekim’e kadar da açık kalacak. Kemal Cengizkan ve Dora Günel tarafından 2000 yılında başlatılan fotoğraf projesi, bu yılın Ağustos ayına kadar sürdürülmüş. Sokak sakinlerinin günlük yaşamları ve çevreleri belgelenmiş. Sözlü tarih konusunda çalışmalar yapmakta olan üç sosyolog, Gülay Kayacan, Ebru Soytemel ve Gamze Toksoy da, sokağın sosyo-ekonomik ve kültürel yapısını ortaya çıkarmak üzere anket çalışmaları yapmış ve görüşmeler gerçekleştirilmiş. Sergide 60 adet siyah beyaz fotograf, bir fotograf albümü, yürütülen sosyolojik araştırmanın özet sonuçları yer alıyor. Proje “Fotoğraf Vakfı” tarafından destekleniyor...

Anafilya Fotoğraf Yarışması

Hollanda’da, yalnızca internet üzerinden yayınlanan Türkçe Edebiyat, Kültür ve Sanat Sitesi “Anafilya”, fotoğraf sanatına verdiği önemi vurgulamak amacıyla bir yarışma açmış... Katılım için son tarih: 31 Aralık 2002. Katılımcılardan “Anafilya” sitesi içinde yayımlanan her hangi bir yapıtın (yazı, şiir, resim vb) fotoğrafla işlenmesi isteniyor.

Bu haftanın fotoğraf/yoğun içeriğini, Türkiye’de ve dünyada fotoğrafla ilgili ne varsa bulabileceğiniz, hem Türkçe, hem de “açık rehber sistemi “dmoz” ile oluşturulmuş harika bir site ile kapatalım: “fotografim.com ”...


YAYIN: 3 Ekim 2002, Perşembe, Milliyet Kültür Sanat Eki

Pazar, Ekim 06, 2002

Durun bakalım!..




Siz bu satırları okurken, Milliyet Sanat Dergisi’nin 30. yaşını kutlamış olacağız... 30. yaşını, ya da bir kültür sanat yayınının Türkiye’nin içinden geçtiği her türlü badireye rağmen 30 yıl “başına bir kaza gelmeyişini”!

Bazı okurlar, hem Milliyet Sanat Dergisi’ni, hem de elinizdeki bu “ek”i bulamadıklarını belirtiyor zaman zaman. -Bu vesile ile “dağıtımcılara” da bu konuyu iletmiş olalım. Perşembe günleri yayınlanan bu “Ek”, örneğin Cuma günü, bayide bulunamıyormuş.- “Bulamama” sorunu Dergi’ye abone olunarak aşılabilir tabii. Ek’i de birkaç gün sonra gazetenin Internet nüshasındaki “Kültür-Sanat”ı tıklayarak okuyabiliyorsunuz...

“Kültür ve sanat”ı günlük ilgi alanlarının içine alanların sayısı arttıkça sorun olmaktan çıkacak sorunlar bunlar... O sayı artışının nasıl olacağını kendine sorun edinenlere gelince... Onların hep büyük kentliler olduğu sanılır... Oysa durum pek öyle değil. Örneğin, son yıllarda Anadolu’nun dört bir yanında filiz vermiş ve yaşamaya çalışan edebiyat dergileri var.

Onları ilk kez hem fizik olarak, hem de sanal ortamda bir araya getiren Latife Tekin oldu. Bodrum’daki “Gümüşlük Akademisi”nde toplanıp, seminerler yaptılar, “yoksulluk ve edebiyat”ı tartıştılar. Akademi’nin -yenilenen ve bu haliyle çok daha hızlı yüklenen- web sitesinden bu Forum’un tüm ayrıntılarına ulaşabilirsiniz. Anadolu edebiyat dergicilerilerinin şimdi, bir de elektronik haberleşme grupları var. Üyelik de herkese açık. Dergilerden web sitesi de olanlar ise şunlar:

Ağır Ol Bay Düzyazı (Gebze), Aksan (Diyarbakır), Amik Edebiyat (Antakya)


Akademi, “Anadolu Edebiyat Dergileri Projesi”nin gerekçesini şöyle özetliyor:

1. “Türkiye'de taşra ile merkez, metropol ile çevresi arasında akla kara arasındaki uzaklık kadar bir uçurum vardır.
2. Osmanlı İmparatorluğu'ndan kalan bu çelişki, Cumhuriyette de çeşitli neden ve biçimlerle varlığını sürdürmüştür.
3. Bu çelişki, ülkemizdeki her modern girişimin önünde bir engeldir; dahası, toplumsal enerjiyi geriye doğru büken bir güçler çatışmasının da ifadesidir.
4. Bu gerçeğin değişmesi için, Anadolu'nun değerlerinin görülebilir düzeyde gün yüzüne çıkması, ifade olanaklarının ve kanallarının çoğalması, öncelikli yoldur.
5. Düşüncenin, sanatın ve edebiyatın laboratuvarı olan dergilerin, Anadolu'da bu çaba ve niyetin temsil alanlarından biri olması, başlı başına bir kazançtır.”

“Web” bu olanakların başında geldiği için bu bölümün yazarını en çok 4. Madde ilgilendiriyor elbette. Nitekim, Türkiye Bilişim Vakfı , Anadolu’da, bünyesinde kültür mirası barındıran ve ona doğru davranmaya kararlı olduğunu kanıtlayan yörelerden oluşan ve üye sayısı -geçen hafta sözünü ettiğim Edirne’deki toplantıda- tam 100’e ulaşan Tarihi Kentler Birliği’ne bir işbirliği önerisinde bulundu: "Türkiye’yi bilgi toplumuna taşımak için birlikte ne yapabiliriz?" Bir yanda düğmeye basıldığı anda tüm Türkiye’ye ulaşacak bir ağ, ama henüz elektronik değil, o yüzden iletişimde hız kaybediliyor, öte yanda tüm bilgi teknolojileri sektörünü peşine takıp, bir ulusal seferberlik adımı atabilecek bir bilişim sivil örgütü. Birincisinin söyleyecek, dünyaya taşıyacak çok şeyi var, ikincisi bunun yöntemini biliyor!

“Eh, daha ne bekliyordunuz?” der adama sonra gelecek kuşaklar...

Durun bakalım!...


YAYIN: 26 Eylül 2002, Milliyet Kültür ve Sanat Eki