Karlı bir İstanbul sabahı. Bilgisayarın başına geçmişim. Bir e-posta; Özlem Kalkan Erenus'tan. "İnternet ortamının bizlere zaman zaman hazırladığı güzel sürprizlerden biri olarak değerlendiriyorum 'web'de kültür sanat' sitenizi... Elinize sağlık..." diyor. Sevip saydığı hocası Gülseren Kayalı'nın yaklaşmakta olan resim sergisi ile ilgili bir davetiye ve bülten de eklemiş... "Web'de Kültür Sanat" yazıları hanidir geleneksel basında yayınlanmadığı halde bu siteye konulması amacıyla hemen her gün benzer bilgi ve belgeler geliyor. Demek ki burada da işlevsel kalabiliyoruz. Bu iyi. Elimden geldiğince ben de buraya koyuyorum o malzemeleri. Ama bu sefer Erenus'un yolladığı mesajdan koca bir başka yazı çıkacak. Bu açık. Niye mi? Eh, vaktiniz olduğunda Erenus'un kendi web sitesine bir girerseniz, ne demek istediğimi bizzat yaşar, daha iyi anlarsınız! "Vaktiniz olduğunda" uyarımı da ciddiye almanızı öneririm. Çünkü son derece "yalın", "net", "az/öz" görünümlü, tam da bir "web'de zen tasarımı" örneği gibi görünen bu site, sunduğu içeriğin niceliğinden çok, niteliği ile sizi "alıp götürüyor"... "Nereye" mi? Bu, merak alanlarınıza bağlı olarak başka sitelerden, hayata dair düşüncelere doğru değişebilir...
Ben nerelere gittim?
Sanatın sınır tanımazlığı...
Önce Özgeçmiş'ini okudum Özlem'in. 1971 doğumlu, İÜ ve ODTÜ'de İşletme eğitimini tamamlamış. 1994'de yaşamında resime yer açmış. 1994'den 2005'e kadar ne kadar çok şey yaptığına şaştım kaldım. Dünyanın hemen her coğrafyasında iz bırakmış. Resimleri özel ve resmi koleksiyonlarda yer almış. TransCultural Exchange (Boston - ABD) organizasyonunun davetiyle, dünyanın çeşitli ülkelerinden 100 sanatçının ürettikleri fayansların birlikte yerleştirilerek edilerek, 20 ülkenin 22 ayrı kentinde, 22 adet kollektif yapıtın oluşturulduğu "Çini Projesi Hedef: Dünya" başlıklı etkinlikte solda gördüğünüz (üzerine tıklarsanız, bu projeyi hazırlayan "Kültürlerarası Değişim"; "TransCulturalExchange" girişiminin projeyle ilgili sayfasına gideceğiniz) 22 fayansı hazırlamış. Aslında bu projenin gelişimde daha önceden beri Türkiye'yi temsil ederek çalışan bir sanatçımız var: Gülay Alpay. Alpay Fransız Sanatçı Ralph G.Brancaccio, Amerikalı Sanatçı Mary Sherman ve Özlem Kalkan Erenus ile birlikte çalışarak, 2004 Mayıs'ında Artemis galerisinde projenin İstanbul yerleştirmesi faslını gerçekleştirmiş... Mary Sherman ise bu "Kültürlerarası Değişim" grubunu kuran 6 Şikago sanatçısından biri. Fikrin doğum tarihi: 1988! Bu insanlar (daha "9/11 hadisesi" olmadan önce, içlerine doğmuş gibi), bu dünyadaki olumsuzlukların aşılmasında sanatın sınır ötesi bir yolculuğa çıkmasının "hayırlı" olacağını düşünmüşler ve yaptıkları işleri Viyana'ya göndererek bu işe kalkışmışlar. Şimdilerde proje gerçekten yaygınlaşmış. Yalnızca "sanatçı"ları değil, çoluğu çocuğu herkesi işin içine katmışlar. Bu tür küresel projelerin yönetimi için yazılmış bir program kullanarak, projeyi web üzerinden de örgütlemeyi sürdürüyorlar: http://tce.smartworkspaces.com/
Çini projesi ise daha bitmemiş. 2005 yılı içinde dünyanın diğer noktalarında bir araya gelmeye devam edecek çiniler. Niçin mi "çini"? Eski Mısır'dan bu yana dünyanın her yerinde, her mimaride, her evde bulunan ender ögelerden biri olarak kültürün bağlayıcılığını o temsil ediyor!
Web'de kültür sanat; "Mail Art" ve dünyanın çocukları...
Özlem, Balkan ülkeleriyle de sanatsal ilişki içinde. Yandaki (fotokopi üzerine mürekkep) çalışmayla Romanya'da kurulmuş Inter-Art Vakfı 'nın 2003 "AiudOnLine Uluslararası Email Art Yarışması Inter-Art Sanat Vakfı Özel Ödülü"nü kazanmış. Aynı yerde 2001'de açılan "Balkan Dostluğu" sergisine katılmış. Inter-Art Vakfı da Erenus'u çok seviyor olmalı herhalde ki Vakfın web sitesi onun "zürafa kadınları"ndan bir grup ile açılıyor... Sınırları boşverip, çocuklara uzanmak burada da karşımıza çıkıyor. Örneğin 2004'de çocuklara dönük bir "MailArt" etkinliği de onlar yapmış: http://www.inter-art.ro/mailart/?page=5
Çocuklar... Özlem Kalkan Erenus'un çocukları "ateşe bakan karaderili çocuklar", "çöp toplayan çocuklar", "askerlerin şeker attığı çocuklar"... 1999'daki solo sergisi "OnÜçBuçuk"da karaderili kadınlar ve çocuklarını şöyle özetliyor:
Resmettiğim zencilerin, soft pasteldeki teknik becerimin önüne geçtiğini söyleyenler haklı olabilir. Ama bu noktada onların “rol çaldığını” söylerken haksızlar. Çünkü ben bu resimleri yaparken zaten “başrolü” karaderililere verdim. “Bakın ben bu boyaları beceri ile kullanıyorum” demek, benim için altını çizmeye çalıştığım duyarlılıktan daha sonra geliyor. “Siz bir on üç buçuk musunuz?” gibi akıl ve zekadan uzak sorular soran beyinlerin, bu duyarlılık ve farkındalığa o kadar
ihtiyacı var ki…
Pırlanta, sonsuza kadar!
Bütün dünyanın -zürafa boyunlu olmayan!- kadınlarına benimsetilmeye çalışılan bu slogan, aşk ile pırlanta arasında bağlantı kurup, aşklarını "pırlanta armağan ederek sonsuzlaştırmaya çalışan" erkeklerin de işini güçleştiriyor. Bir "Wall Street çalışanı" Thomas Hope da o erkeklerden biri. Evleneceği kıza 14 bin dolara malolan bir pırlanta yüzük alıp, taksitleri öderken “İlk elmas yüzüğü icat ederek, milyonları kafalamayı başaran o sivri zekalıyı bir bulursam benzeteceğim” diye dertlenen Thomas, Özlem'in New York Metropolitan Müze'sinde açtığı “Maskesiz Beyazlar: Zenciler” sergisini gezmiş. Gezerken bir taraftan karaderililere bakıyor, bir taraftan da yüzüğü düşünüp hayıflanıyor. Sonra birden bir şimşek çakıyor kafasında. Ben ne kadar anlatsam Thomas'ın duygularını özetleyemem, en iyisi Serdar Özkan'ın çevirisinden aynen vermek onları:
Zenci portrelerinizin herbiri farklı duyguları yansıtıyordu: Kimi olumlu,
kimi olumsuz, güçlü, zayıf, durgun, hareketli, vesaire. Ama hepsinin tek bir
paydada buluşuyordu. İç dünyalar olduğu gibi yüzlerdeydi. Şeffaf… Transparan… Maskesiz… Bizim toplumumuzda heran elimizin altında ihtiyaca göre değiştirdiğimiz, maskeler yoktu onlarda.
Maskeli balolar çok rahatlatıcı gözükür. Gizlemek istediklerini kolayca saklayabilirsiniz. Afrika toplumundan bu insanlar neden bu rahatlıktan yüz çevirsinler ki? Onlar da toplumsal şartlanmalar yok muydu? Onların gizlemek istedikleri zayıflıkları yok muydu? İç dünyaların dışa bu kadar kuvvetli yansıması onları incitmiyor muydu? Hayır, onlarda bizim gibi insanlar. Saydamlıklarının başka bir sebebi olmalı...
Acaba bu saydamlık, yüzyıllarca “yük” altında ezilmenin şeffaflığı
mıydı?
Öbür yandan Wall Street’teki insanlar belki de onlardan daha
fazla bir yükün altındalar. Telaş, stres, belirsizlik, geceyarılarına kadar
çalışma, tüketme derdi, bir de daha az tüketiyor olma kaygısı ve mutsuzluk.
Kaldırılır yük değil. Ama bu yük, sadece maskelerinin çoğalmasına yarıyor….
Çünkü yükleri yaşama dair değil, insanın temel ihtiyaçlarının yükü değil.
Hayatını, daha beğenilen maskeyi satın alabilmeye adayan “kendini kanıtlamanın”
yükü.
Belki de portrelerinize canveren, modellerinizin, yaşamın ve özgürlüğün kutsallığını en zor şekilde hisseden, “kendini kanıtlamaya” zaman bulamayan bireyler olması.
Kendimize yabancılaştığımızı, dünyanın bir ucundaki yabancılarla evimde bana bir kez daha hatırlattığınız için sonsuz teşekkürler…
Thomas Hope
Teşekkürler Özlem Kalkan Erenus... Yaptıklarınızı ve dünya ile ilişikinizi web'e iyi ki böyle güzel taşımışsınız. Bu sabah hem sizi tanıdım, hem bir sürü şey öğrendim, hem ben de kafamdaki bazı sorulara yanıt buldum... Başkaları da başka yolculuklara çıkacak elbette sizin siteden. Ama ben buraya epeydir bu kadar zevkle yazmamıştım! Çünkü sizin varoluş biçiminiz beni çok mutlu etti ve gelecek umudumu tazeledi... Umarım başkalarını da eder...
GÜLSEREN KAYALI SERGİSİ HAKKINDA
07-28 Mart 2005 tarihleri arasında, Gülseren Kayalı, Nişantaşı Koçbank’ta bir grup resimlerini izleyiciyle buluşturacak. Uzun yıllar ressamlığını, sanat eğitimciliğiyle birlikte sürdüren G.Kayalı’nın son resimleri üzerine, Özkan Eroğlu şunları söylemekte:
“Ben, öz olarak G.Kayalı’nın yeni söylemler peşinde olduğunu ifade etmek isterim bir kez daha. Umberto Eco, bu tip söylemlerin, ‘ironi’ ve ‘eğlence’ olmak üzere, çift anlamlılık taşıdığını savunur. Bu bir anlamda modernizm üzerinde yargılarda bulunmak, hem de sonrasına bazı işaretlerde de bulunmak demektir. Doğru bir söyleyişle post-modernist bir dil yaratmaya çalışmaktır belki de. Post-modernizmin en önemli iki özelliği ‘çoğulcu’ ve ‘çeşitlikçi’ olmasıdır. Yeni modernist süreçler baş gösterdikçe, yeni post-modernist süreçler de kendiliğinden ortaya çıkacaktır, buna şüphe yok”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder