Cumartesi, Mart 26, 2005

SEMAVER KUMPANYA

müzikli danslı güldürü - “Süleyman ve Öbürsüler” geliyor…

Yazan: Yavuz Pekman
Yöneten: Ayşenil Şamlıoğlu

28 Mart Pazartesi 20:30 (Prömiyer)
29 Mart Salı 20:30
2 Nisan Cumartesi 15:00

“Süleyman ve Öbürsüler” ademoğlunun yaşamdan hiç ders almayan yanına işaret ediyor; toplumsal ve bireysel sorumsuzluğunu, kayıtsızlığını, aymazlığını acı bir alayla anlatıyor.


Müzik: Can Atilla
Hareket Düzeni: Cihan Yöntem
Dekor Tasarımı: Hakan Dündar
Kostüm Tasarımı: Funda Çebi
Müzik Direktörü: Çiğdem Erken
Işık Tasarımı: Ulaş Yatkın


http://www.semaverkumpanya.com/

0 212 585 59 35
Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosu



NOT: Bu arada kaç yıldır ayakta kalmak için özveriyle uğraş veren Semaver Kumpanya "SOYULMUŞ"... Haber şöye ulaştı:
Semaver Kumpanya soyuldu…

28 Mart Pazartesi günü 20:30’da prömiyerini yapacağımız yeni oyunumuz “Süleyman ve Öbürsüler”in müzik aletleri
dün sabaha karşı tiyatromuza giren bir hırsız tarafından çalındı. Dün gece prova sonrası Kocamustafapaşa’daki sahnemize dekor girişinden camı kırarak giren hırsız ve ya hırsızlar yeni oyunumuzda kullandığımız müzik aletlerinin önemli bir kısmını aldı.Müzik aletlerinin yanı sıra bazı oyun aksesuarları ve elektronik aletler artık yok.

Çalınanların tam listesi aşağıda:

1 adet telsiz mikrofon
1 adet siyah bas gitar Rafter Marka 4 Telli
1 adet picolo trompet altın sarısı renginde (boyu küçük) Jupiter marka siyah küçük deri kutu içinde.
1 adet Phillips marka gri yeşil müzik seti (CD çalar ve kaset çalar)
1 adet siyah kılıfında keman

Duyurulur..
Semaver Kumpanya / Çevre Tiyatrosu
Kocamustafapaşa

0 212 585 59 35
__________________
İnanılmaz sayıda geçmiş olsun mesajı almışlar. Ama önemli olan çalınanları yerine koymak...

MIMARLIK MUZESI'NDE SADI CALIK

Sadi CALIK: HEYLEK OLMAYAN YERDE HEYKEL YAPMAK ICIN YASAMAK- Mimarlik Muzesi ..:::.::

Cumartesi, Mart 12, 2005

Anlat Istanbul

Cok begendik... (Final biraz reklam filmi gibi olmakla birlikte)
Anlat Istanbul

Cuma, Mart 11, 2005

Jules Verne Exhibition, Paris, Palais de Chaillot

Jules Verne Sergisi- Paris

Jules Verne, le roman de la mer...

http://education.france5.fr/julesverne/

İngilizce sayfa: http://www.musee-marine.fr/index.php?lg=en&nav=360&flash=1



CANNES'DE BIR ARDESENLİ RESSAM: SADIK VARER

04 Mart 2005 tarihinde Cannes'da açılan ve 31 Mart 2005 tarihine kadar sürecek resim sergisinin açılışında şöyle konuşmuş Sadık Varer:

“Bayanlar, baylar sizleri içtenlikle selamlıyorum. İstanbul’dan geldim. Burada sizlerle Türkçe konuşuyorum. Ancak resimlerimde kullandığım dil Fransızcadır.. Yunancadır.. İtalyancadır... İspanyolca ya da Çincedir!. Çünkü sanatın dili insanlığın ortak dilidir.
Benim için resim yalnızca renk, soyut bir ifade biçimi ya da estetize edilmiş bir doğa yorumlayışı değildir; resim daha kapsayıcı ve ciddi bir iştir.
Kuşkusuz resimde renk-biçim-estetik değerler önemlidir; ama düşünce de önemlidir.
Adını hatırlayamadığım bir filozof şöyle demiş: “ Düşüncelerimi resimle ifade edebilseydim, kalem yerine fırça kullanmayı tercih ederdim”. Bunu önemsiyorum.
Bu yaklaşım modern dünyanın az sorgulayan ressamları için eskimiş sayılıyor. Bunu biliyorum...
Ama şunu da biliyorum: dünyayı sorgulama ve yorumlama düşüncesine uzak duran ressamların sayısındaki artış, resim sanatının zayıflamasına neden oluyor..
Belki de bundandır: günümüzde Guernica katliamını kayıt altına alan Picasso’ya ya da savaşın vahşetini anlatan Goya’lara fazla rastlanmıyor artık!.
Ressam yalnızca güzel olanı değil, tanıklığını yaptığı açlığı, savaşları, ekolojik felaketleri ya da kadın-erkek eşitsizliğini de çizme sorumluluğunu göstermelidir.
Böylece ressam, gerçekten kalıcı değerler üretmiş ve insanlığın ortak kültürel mirasına katkıda bulunmuş olabilir.
Bayanlar, baylar: bu ortamda sizlerle birlikte olmaktan mutluyum. Teşekkür ediyor, iyi akşamlar diliyorum."

Sadık Varer
Biyografi ve çalışmaları için : www.art-cona.com

Cuma, Mart 04, 2005

EN SONUNDA KITAP OLDU:

"BİR TÜRK, BİR İNGİLİZ VE 3 KURUŞLUK DÜNYA'DAN NOTLAR"

“...Oysa ki, gitmek, hem de çok uzaklara gitmektir hep, hergün, her saat, belki de her dakika düşlediğimiz. Ancak, büyük şehir yaşantısının bize biçtiği eğreti giysinin içindeyken düşleri kovalayacak gücü bulamayız. Uzak diyarların hayali, ofisteki bilgisayarımızda bir ekran koruyucu, televizyonumuzun ekranındaki bir belgesel, ya da geçen yıl bir vesileyle tanıştığımız İngiliz “John”un sırt çantasıyla çıktığı dünya turundan bize yolladığı egzotik kartta kalır.”

Hakikaten düşten öteye gidemez mi, bir insanın yanına ellibeş litrelik bir sırt çantası alarak, bir kaç parça eşya ile uzak diyarlara yelken açması? O kadar imkansız mıdır bu? Ya da piyangodan çıkacak bir büyük ikramiyeye mi bağlıdır her şey?

Yaşadıkları talihsiz bir olay sonrasında, Rahmi Koç’un dünya turuna çıktığı teknede iş bulmayı, emekliliği, ya da piyangodan çıkacak büyük ikramiyeyi beklemeden 55 litrelik bir çantayla Güneydoğu Asya’nın tozlu yollarına düşen Alim Erginoglu eşi Rachel’ın, Istanbul’da geçmişte başlayan ve sonrasında Laos, Myanmar, Burma, Kamboçya, Vietnam, Hongkong, Tayland, Malezya, Singapur, Brunei Sultanlığı ve Borneo Adası’nda; kimi zaman yağmur ormanında, kimi zaman dağlarda, kimi zaman da binbir kokunun insanı alıp götürdüğü şehirlerde devam eden, 194 günlük acı-tatlı hikayeleri “Bir Türk, Bir İngiliz ve 3 Kuruşluk Dünyadan Notlar”.

Kaçmayı, gitmeyi hayal ediyorsanız ve hayatın bitmeyen bir içsel yolculuk olduğuna inananlardansanız ne duruyorsunuz, işte bu sizin hikayeniz. İyi yolculuklar...

http://alimrachel.blogspot.com

Türk soldaki. İngiliz de sağdaki. Yeni evli onlar. Kitabın kapak resmine dikkatli bakanlar, bu genç çiftten soldakinin taşıdığı "aksesuvar"dan, dünyayı neden "üç kuruşluk" diye nitelendirdiklerini çıkarabilir. Aslında dünya "üç kuruşluk" ama yaşam çok daha fazlası... Bu yüzden yaşamlarının hakkını vermeye kararlı, benim de genç arkadaşlarımdan olan yazar ve eşi her fırsatta düşlerini gerçekleştirmek için (ekonomik) gezilere çıkıyorlar...
Ne var ki artık İngiltere'ye yerleşiyorlar. Gitmeden önce Türk kamuoyuna söyleyecek bir çift sözleri var şu yaşam konusunda... 9 Mart 2005 Çarşamba akşamı, saat 19.00-20.00 arasında Armada'da yapılacak bir basın toplantısında paylaşacaklar görüşlerini... Alim bir de kısa görsel sunum yapacak.
Gazeteci dostlara not: Katılmak isteyenlerin postmaster (at) armadahotel.com.tr adresine katılma isteğini iletmesinden mutluluk duyulacak!

Çarşamba, Mart 02, 2005

laleper aytek'in kitabı

Birkaç hafta önce Laleper Aytek'in kitabından sözetmiştik burada: "Kendine Ait Bir Fotoğraf"...

Aytek, Virginia Woolf'un "Kendine Ait Bir Oda"sına bir gönderme yaptığı bu ilk kitabından nasıl eleştiriler alıyor? Bunu henüz bilemiyorum.
Ben okudum ve baktım... Bazı fotoğrafların kitaptaki baskılarında yaşanan talihsizlik dışında kitaba diyecek söz yok. Gözlerinizi dört açmaya, gördüklerinize -ya da öyle sandıklarınıza- çok boyutlu bakmaya davet ediyor. Ya da "resmin arkasını görün" mü diyor? Çok kibarca yapıyor bunu tabii... Niye Virgina Woolf'dan yola çıkıyor peki? Bunu "Fotoğrafın Cinsiyeti" yazısında buluyoruz:


“Kendine Ait Bir Oda”da Virginia Woolf kadınların yüzyıllardır “görünmezliklerine” edebiyat ve kadın bağlamında bakarak (bunu fotoğraf ve kadın olarak değiştirdiğimizdeyse durum daha da vahimleşiyor, kadınlar daha da silikleşiyorlar!!!) oldukça temel bir soru: “kadınların neden yoksul oldukları” sorusunu soruyor. Kadınların yüzyıllarca eviçlerinde, sadece ev işleri yaparak ve çocuk yetiştirerek (önemsiz değil ama sürekli ve bir tek o yapıldığında besleyici olmadığı gibi geri de bırakıcı), hayattan, dünyada olan bitenden soyutlanarak –sadece izleyerek ama katılmadan-yaşadıkları, yaşamak zorunda bırakıldıkları bir dünya düzeni içinde doğal olarak sanat alanında da görünür olmaları oldukça yavaş ve sonradan olmuştur...
...ve Türkiye’ye dönerek; “bugün, Türkiye’de kaç kadın
fotoğrafçı olduğunu” soruyorum. Bu soruların hiçbirinin cevabının
birbirinden farklı olmadığının da farkındayım. Kadınların sanatta ve (nedense sanat olup olmadığı hala tartışılabilen) fotoğrafta da bu kadar “görünmez”, bu kadar “isimsiz”, bu kadar “yoksul” ya da bu kadar “geç kalmış” olmalarında; tarihsel süreçte, bu kadar
“içerde bırakılmış”, bu kadar sanatla yanyana görülmemiş ve bağdaştırılmamış”, bu kadar “herşeyden uzak tutulmuş”, bu kadar ve bir tek “çocuklarının annesi, evin düzenleyicisi, temizleyicisi, yemek pişiricisi, bulaşık ve çamaşır yıkayıcısı” olarak görülmüş olmasının büyük rolü olmuştur ve hala da olmaktadır.
Virgina Woolf bu durumu yine “Kendine Ait Bir Oda”da kısaca şu
cümlelerle anlatıyor: “Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte hiç görülmez. Kurmaca yazında kralların ve fatihlerin yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ailesinin parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğlanın kölesidir.” ... Ama fotoğraf öyle değildi, fotoğraf , mutlaka ya da daha çok evin dışında olmayı, dışarda çalışmayı, insanlarla, hayatla, tüm olan bitenle karşılaşmayı ve bire bir maruz kalmayı gerektiren, zorlayan bir alan ve bir araçtı(r). Ve fotoğraf kadını yüzyıllardır seyredilen olandan, seyreden olana taşıyan güçlü bir ifade biçimidir. Kadınların fotoğrafta bu kadar sonradan var ve görünür olmalarını, sayılarının azlığını doğru anlaşılabilmesi ve yorumlanabilmesi için önce böylesi bir tarihsel sürecin ve fiziki koşulların gözden geçirilmesi, incelenmesi gerekir.
İlk kadın fotoğrafçılardan biri kabul edilen Juliet Margaret
Cameron’un ilk fotoğrafını 1864’de, (küçük kızının annesinin canı
sıkılmasın diye aldığı bir fotoğraf makinasıyla) fotoğrafın bulunuşundan 25 yıl gibi kısa sayılacak bir süre sonra çektiğini biliyoruz. Bu cesaretli girişime Cameron’un eşinin engel olmaması kadar, ailesinin ekonomik bakımdan oldukça rahat ve güçlü olması da bence önemli. Çekimlerini dışarda değil ama evinin içinde, önceden tavuk kümesi olarak kullanılan ve sonradan stüdyoya dönüştürülen “camdan oda”da gerçekleştiren Cameron, gözüne güzel görünen bir anı, doğru netlik yapmaya ve objektifi yeterince sıkıştırmaya gerek duymadan cesaretle tespit etmiş ve bu yüzden (ve bence bir de kadın olduğu için) tekniği bilmemekle suçlanarak, fazla ciddiye alınmamış. Özellikle o yıllarda elinde fotoğraf makinesiyle bir kadının dışarlarda dolaşması, izlemesi, bakması, seyretmesi ve fotoğraf çekmesi herhalde hiç de kolay değildi (bugün bile çekimlerde yaşadıklarımız ortadayken!!!). Sanıyorum tek başına bu bile gecikmenin haklı bir açıklamalarından biri olarak kabul edilmelidir." "...Bugün kim bu zamanın “kendine ait fotoğrafı”
olan kadın fotoğrafçıları daha da çoğaltmayacağını söyleyebilir?..."

Ben de soruyorum şimdi -feminist de değilim üstelik-; "Bu güzelim kitaptaki usta fotoğrafçılara ait fotoğrafları basarken yapılan teknik "azizlik", şöyle aksi, kaprisli, bir erkek fotoğraf sanatçısının kitabı basılırken yapılsaydı, kitap bu haliyle yine de satışa sunulur muydu sunulmaz mıydı?"

Siz yine de bulursanız kitabı bu haliyle edinin, "nümizmatik" değeri olacak bu baskının gibi geliyor bana, sonraki baskılarda bunların bulunamayacağını varsayarak...


Bu kez Mimar Sinan Londra'da!

Mimar Sinan'ın eserleri Londra'da

“Türkler: Bir İmparatorluğun Mimarları ve Mimar Sinan'ın dehası” adlı fotoğraf sergisi Londra'da açıldı. Londra'nın ünlü sanat galerilerinden biri olan Shapero'da açılan sergide Mimar Sinan'ın eserleri, mimar-fotoğraf sanatçısı Ahmet Ertuğ'un 35 fotoğrafıyla sanatseverlerin ilgisine sunuluyor. Ağırlığın Mimar Sinan'ın eserlerine verildiği sergide, 16. yüzyıl İznik çinileri detay fotoğrafları da önemli bir yer tutuyor.

Shapero Galerisi de sergi çerçevesinde koleksiyonundaki Osmanlı dönemine ait antika kitap ve 1790 tarihli 10 adet suluboya resmi sanatseverlerin ilgisine sundu.

Yüksek Mimar Ahmet Ertuğ, sergiyle Türkiye'nin kültürel ve sanatsal açıdan da AB'ye büyük katkılarda bulunabileceği gerçeğini İngiliz kamuoyunun dikkatine sunmayı hedeflediklerini bildirdi.

Ertuğ, kendisinin de ortağı olduğu Ertuğ & Kocabıyık Yayınları bünyesinde bugüne kadar 16 sanat kitabı yayımladıklarını belirterek, bu kitapların Kariye müzesinden Ayasofya'ya, Kapadokya'dan İstanbul Arkeoloji müzesine kadar Türkiye'nin tarihi mirasını, sahip olduğu zenginlikleri dünyaya tanıttığını söyledi.

Yüksek Mimar Ahmet Ertuğ ve Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık'ın işbirliğiyle kurulan Ertuğ & Kocabıyık Yayınları, Osmanlı, Bizans, Roma ve Helenistik sanatını tanıtan kitaplar yayımlıyor. Çeşitli dönemleri ele alan 16 sanat kitabına imza atan yayınevi, bu kitapların fotoğraflarından metinlerine, kağıtlarından, baskılarına ve renk ayrımlarına kadar dünya çapında konusunda ün yapmış uzmanlardan yardım alıyor.
Kitaplar, İsviçre ve İtalya'da sektörün en iyileri tarafından basıldıktan sonra, ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa'daki ünlü müze, kültür merkezi ve kitapevlerinde satışa sunuluyor.
-------------------------------------------------------------
This news in English:

TURKS :: Architecture... experience the outstanding achievements of Sinan’s architectural ... interiors of the16th century Ottoman architecture. ... Venue: Bernard Shapero Rare Books, 32 St ...
www.turks.org.uk/index.php?pid=49
- 15k - 28 Feb 2005 - Cached - Similar pages

TURKS :: Turkish Season in London
Turks: A Journey of a Thousand Years, 600-1600 co-incides ... Photographs by Ahmet Ertugexploring the architecture of Sinan, chief architect to Suleyman the ...
www.turks.org.uk/index.php?pid=30
- 13k - 28 Feb 2005 - Cached - Similar pages

-------------------------------------------------------------

Other related links:
Asım Kocabıyık Kültür Eğitim Vakfı: http://www.akkev.org.tr/
Shapero (Rare Books) Web Site: http://www.shapero.com/
A story from Amsterdam Book Fair: http://www.amsterdambookfair.com/shapero.htm
Address:
Shapero Gallery
24 Bruton Street
W1J 6QQ
Get here from Green Park
8. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali
8. Uluslararası Belgesel Sinemacılar Konferansı

The 8 Th Conference Of Documentary Filmmakers
The 8 Th International 1001 Documentary Film Festival
2-6 Mart 2005 - İstanbul - March 2-6, 2005
Click on the picture left!