Cuma, Temmuz 28, 2006

WEB'DE BEYRUT'LU BİR SANATÇI; ZENA el-KHALİL'DEN MESAJLAR

Beyrut'lu bir kadın sanatçı, Zena el-Khalil, web-kütüğünde Lübnan'da yaşananları yazıyor. 1976 doğumlu Zena, bir Amerikalı "çevre savaşçısı" Wael ile evli. Zena savaşın çevreye etkisini de fotoğraflarla görüntülemiş burada. Ölü balıklar, kumsalı siyaha boyayan petrol...
Zena, "Imagining Ourselves" ("Kendimizi Imgelemek") web sitesinde diğer sanat projeleri arasında evlilik hikayesini de anlatıyor. Pembe bir gelinlik giyip Beyrut sokaklarında dolaşmayı da içeren "Bir Koca Lütfen" başlıklı bir etkinliği var. O sırada gerçekten evlenmeyi hiç düşünmeyen Zena, Wael ile evlendiğinde aynı pembe gelinliği giymiş...

Zena, sanatsal çalışmalarını "Ziggydoodle" web sitesinde belgeliyor. Aynı sitede "günlük" formatındaki yazılarını son günlerde "Beyrout Update" adını verdiği savaş günlüğüne taşımış...
Israel uçaklarının attıkları arasında sadece bomba yok. Aşağıdaki karikatür gibi psikolojik silahlar da atıyorlar. Bir Lübnan haritası üzerine oturan Hamas lideri, Suriye ve İran cumhurbaşkanları... Cam kaptan Nasrullah çıkmış "Başka bir emriniz var mı?" diyor...

Zena kendisine "empoze edilen" bu savaş yüzünden Lübnan'ı terkedip, "öteki yaşam"ına devam etmek zorunda olduğunu belirtiyor. "Yoruldum" diyor. "Bütün savaşlar gibi sivillere empoze edilen bu savaştan çok yoruldum ve yazdıklarımla 'gelen posta' kutunuzdaki baskı yaratan mesajlardan bir tanesi daha olmak istemiyorum!"
O böyle diyor ama...
Savaş hakkında yazdıkları arasından bir mektup var ki bugünlerde hemen hemen tüm Internet basınında yer alıyor.

İstanbul "Indymedia"da bu mektubun Ufuk Dalmış tarafından yapılmış çevirisi var. Bir Türkçe çeviri de Betül Akdağ tarafından yapılmış. Bu metin arkadaşım Laleper Aytek'e ulaşmış. O da "ne yazsam siliyorum, kelimeler kifayetsiz kalıyor ve bu elimiz kolumuz bağlılıkta donup kalıyorum, sizlerle de paylaşmak istedim." diyerek bana (da) yollamış. Ben de "Web'de Kültür Sanat" okur ve ziyaretçileri ile paylaşıyorum.
********
Date: 27.07.2006 14:00:16
Subject: Beyrutlu bir kadın sanatçıdan mektup
************
Öksürmeye başladım. Ama nedenini bilmiyorum. Hasta değilim. Soğuk algınlığım da yok. Sanırım fazla stresten kaynaklanıyor. Bedenim kendini güçsüz hissediyor. Ne kadar su içersem içeyim ağzım hep kuru. Tükenmesini istemediğimden çok fazla su içmeye de korkuyorum.
Dün gece muhtemelen bütün hayatım boyunca deneyimlediğim en korkunç gündü. Çok yorgun ve bitkindim. Günlerdir uyumuyorum. Nihayet bir an sessizlik olduğunda ise, karnım ve kalbimdeki gerginlik beni derin bir uykuya dalmaktan alıkoyuyor.
Dün gece Dahiyeh (Beyrut’un varoş bölgesi) üzerine düşen en az 15 bomba saydık. Bunlar sadece bizim duyduklarımız. Gecenin bir yerlerinde kendi kendime, eğer birazcık olsun uyuyamazsam çıldıracağımı söyledim ve beni öldürenin bu olacağını…
Hiçbirşey yiyemiyorum. Bu yüzden psikolojik direncimi kaybediyorum. Bu noktada herşey ruh halime bağlı. Biliyorum ki güçlü olmalıyım ve olacağım. Ama yaşadıklarımı inkâr edemem.
İnsanların kahramanlıktan olduğu kadar dibe vurmaktan da haberdar olmalarının önemi olduğunu düşünüyorum. Pek çoğumuz bir çok şeyle başetmeye çalışıyoruz, tehlikeye içindeyiz. Beyrut, halkı için yiyecek, su ve ilaç bulmaya çalışıyor. İnternet üzerinden ya da başka bir biçimde birşeyler yapıyor olmamız hasta, korkmuş ve bitkin olmadığımız anlamına gelmez.
Dün gece, bu ana kadar yaşadığımız en kötü bombardımanı yaşarken, gürültülerden artık korkmadığımı farkettim; ne kadar da çabuk alışıyorsunuz. Farkettim ki en çok canımı yakan, “BİLİNMEYEN”.
Yarın ne olacak? Bu olanlar ne zaman son bulacak? Nasıl yeniden ayağa kalmaya başlayacağız? Mülteciler kabul edilecek mi? Güneydeki insanlar ne halde? Ve bütün bir ülkeyi cezalandırmak neden? Bunların ardındaki gerçek plan ne? Herşey daha ne kadar kötüye gidecek?.. Eşim ve ben, ülkeyi terketmek konusunda yardımcı olduğumuz yabancı sığınmacıları barındırıyoruz. Bu sabah ikisi gitmeyi başardı, bir Alman ve bir İsviçreli. Diğer ikisi İngiliz ve Alman. En saçma olan da şu ki Amerikan büyükelçiliği buradaki vatandaşlarına en az yardım eden elçilik. Telefon hatları servis dışı. Birkaç gün önce tesadüfen tanıştığım Arkadaşım Amanda, kendisini Beyrut’un dışındaki elçiliğe götürmesi için bir taksi kiralamak zorunda kaldı. Ve ona bütün söyledikleri, ne yapacaklarını bilmedikleri ve gelişmeleri elçilik web sitesinden takip etmeye devam etmeleri oldu. Web sitesinden edinebildiği tek bilgi ise, 5 gün sonra bir tahliye yapılacağı ama bu tahliye için para ödemek zorunda kalacak olması!
Evet, kendi vatandaşlarına, kurtulmak için para ödemeleri gerektiğini söylüyorlar. Buna inanabiliyor musunuz?!
İnsanları ülke dışına çıkarmaya çalışmak beni stres altına alıyor. Sorun şu ki eğer ülkeden çıkma fırsatım olsa ne yapacağım? Gider miyim? Arkadaşlarım ne olacak? Ailem? Sanat stüdyom? Bir İngiliz pasaportum var, eşimle birlikte ülke dışına çıkabilirim. Ama en iyi arkadaşım Maya’ya ne olacak? Ender görülen ve kötü cins bir kansere yakalandı. Birkaç ay önce teşhis konduğundan bu yana ona ben bakıyorum ve biliyorum ki benim bakımım onun mücadele etmesine yardım ediyor. Yakalandığı kanser “ tedavi edilemez” bir tür, fakat ironiye bakın ki bombardımanın başladığı gün doktoru tümörlerinin küçüldüğünü söyledi. İnanılmaz- gerçek bir mucize.
Maya’yı bırakamam!
Ya stüdyodaki resimlerim ne olacak? Ya bütün fırçalarım, boyalarım, ışığım kitaplarım! Bütün kitaplarım !
Ve işte yine beynimden geçen çılgınca şeyler.Fotoğraf albümlerimiz ne olacak? Bütün aile fotoğraflarımız… Anılarımız…Ya birkaç yaz önce ayrılık acısı çekerken balkon duvarına çiziktiriverdiğim resimler ne olacak? Ya sakladığım bütün aşk mektuplarına? Birgün kızıma vermek istediğim, geçliğimin bu kanıtlarına ne olacak?Ya diğer en iyi dostlarım? Köpeğim Tampopo’ ya ne olacak? Daima saflık ve şefkat kaynağı olan ve beni asla yalnız bırakmayan güzel Jack Russel teriyerim. Bir meleğin gözlerini taşıyan…
Köpeklerin ülke dışına çıkmasına izin verilmiyor ki…
Amerikalı arkadaşım Christine -adı Arapça öpücük anlamına gelen- Baousi adındaki buldog köpeğini bana bırakmak zorunda kalacak. Çok üzülüyor… Neredeyse ülkesine gitmek istemeyecek…Köpeğini almalarını sağlamak için pek çok elçiliğe başvurdu.
Üzülme Christine. Ben Baousi’ye bakarım…
Kızkardeşim devlet okullarında barınan sığınmacılara yardım için gönüllü olarak çalışıyor. (Şu anda para, gıda, ilaç, su, battaniye ve şilte yardımında bulunmak için vatandaşlarımızı çağırıyorlar). İnsanlardan para yardımı topluyor ve sonra sığınmacılara ilaç almak için harcıyor. Kendi inisiyatifiyle! Annem de onlara katıldı. Bir arkadaşımız bağış toplamak için bir web sitesi kurdu:
http://atrissi.com/helplebanon/
Günün en inanılmaz ifadesi: İsrail insanlara güneyi boşaltmalarını, çünkü Lübnan’ın güneyini yok edeceğini söyledi. Ama insanlar ordan ayrılamıyor çünkü bütün yollar ya yıkıldı ya da önleri kesildi. Ve dün oradan ayrılmayı denediklerinde İsraillilier üzerlerine ateş açtı.
Burada bir katliam yapılıyor !
Tekrarlanan saldırılarda, dün olduğu gibi,- İsrail Lübnan’ın güneyini fosfor ve diğer kimyasal silahlarla bombalıyor.
- İsrail Lübnan sahil şeridi boyunca tüm limanları bombaladı.- İsrail bütün yerel askeri radarlarımızı ve bazı ileri karakollarımızı bombaladı.- İsrail güneydeki bütün askeri tugaylarımızı ve Arama ve Kurtarma ekiplerimizi bombaladı. Yaşayan masum sivilller kayboldu. Sığınmacıların kaldığı binalarda da katliam yapıldı. - İsrail Beyrut varoşlarını (Dahiyeh ve Haret Hreik) bombalamaya devam ediyor.- İsrail şu ana kadar 100’den fazla sivili öldürdü ve yüzlercesini yaraladı. Ve güneyi bombalamaya devam ediyor.- İsrail dağ yollarını vurmaya başladı. Shouf’a giden bir ana yolu bombaladılar.- İsrail dağlardaki bitkilere gaz bombaları atıyor.
Daha fazla devam edemeyeceğim…

***
İsrail Lübnan’daki ileri karakolları hedef almaya başladı. Lübnan askerlerini katletti. Artık hedeflerinde sadece Hizbullah yok. Lübnan’ın tamamını yok etmeyi hedefliyorlar.Gerçek:İsrail, Lübnan’ı dize getirmeye çalışıyor.
İsrail, Lübnan’ı ve Lübnan ruhunu yok etmeye çalışıyor.İsrail, Lübnanlıları yine birbirlerine düşürmeye çalışıyor.
İsrail, bizleri su, yiyecek ve barınak için otlanan hayvanlara çevirmeye çalışıyor.
İsrail ve Amerika, Suriye ve İran’ı da bunun içine çekmeye çalışıyor. Lübnan’ı yem olarak kullanıyorlar. Lübnan ise ortada kalmış durumda.
Amerika ve İsrail bölgesel bir savaş çıkarmaya çalışıyor !
Lütfen yapabildiğiniz her biçimde yardım edin. Lütfen bu mesajı herkese iletin, isterseniz yeniden yazın.Lütfen insanlara neler olduğunu anlatın. Lütfen kendi bürokratlarınıza bir adım atıp, birşeyler yapmaları için baskı kurun.Lübnan barışsever bir ülkedir. Biz Ortadoğu’da bütün dinlere mensup insanların birarada ve barış içinde yaşadığı tek ülkeyiz.
Haberlerin bu kadar önyargılı olması inanılmaz. Gerçek hasarları bildirmiyorlar. İsrail’in masum insanları öldürdüğünü bildirmiyorlar.Bu durumdan öyle anlaşılıyor ki hepsi G8 odaklılar.İsrail ve US yönetimi gerçekten sadece bizi mi ortadan kaldırmaya çalışıyor?
Onlara gitmeyeceğinizi söyleyebilirsiniz. Pek çoğumuz gitmiyor. Lübnan’ı seviyoruz.
Onlara benim gibi insanları anlatın…
kültür ve hoşgörü inşa eden
barış ve uzlaşma için çalışan
eğitmek için çabalayan
sevgi ve merhameti yücelten insanlardan bahsedin onlara…
Burada benim gibi binlerce insan var.
Bize ne olacak? Onlara benim gibi, bütün bunlara rağmen hâlâ nefret etmeyi öğrenmemiş insanlardan söz edin. Benden değerlerim dışında herşeyimi alabilirler. İnançlarım ve erdemlerim dışında herşeyi. Ama asla ve asla ruhumu dizginleyemezler! İsrail halkına yöneticilerinin bize neler yaptığını anlatın. Şiddetin şiddet doğuracağını söyleyin onlara. Lübnan’ın komşuları olduğunu ve barış içinde yaşamanın mümkün olduğunu anımsatın onlara. Şiddetle nasıl bir uzlaşmaya varabiliriz ki?

Çok yakındık…
Çok yakındık…

Lütfen bu vahşete son verin!
Yine de sevgiyle
Zena el-Khalil
çeviri: Betül Akdağ
****************************




Pazar, Temmuz 23, 2006

BODRUM'DA ŞENLİK VAR: CARLOS ACOSTA ve "The TROCKS"!

Dünyaca ünlü bale grubu Trockadero de Monte Carlo 30-31 Ağustos'da Bodrum'da...

30 - 31 Agust 2006
4. Bodrum Ballet Festival

BODRUM

Founded in 1974 by a group of ballet enthusiasts for the purpose of presenting a playful, entertaining view of traditional, classical ballet in parody form and en travesti, LES BALLETS TROCKADERO DE MONTE CARLO first performed in the late-late shows in Off-Off Broadway lofts. The TROCKS, as they are affectionately known, quickly garnered a major critical essay by Arlene Croce in The New Yorker, and combined with reviews in The New York Times and The Village Voice, established the Company as an artistic and popular success... Devamı: http://www.trockadero.org/



Efsanevi Bale Dansçısı Carlos Acosta da Bodrum da...
2 gösteri: 11-12 Ağustos 2006


Efsanevi Kübalı bale dansçısı Carlos Acosta, Bodrum Uluslararası Bale Festivalinde Olivier’e aday gösterilen Tocoroco adlı şovunun iki özel gösterisini sahneleyecek.

Londra’da The Royal Ballet (Kraliyet Balesi) Baş Konuk Sanatçısı ve New York’ta American Ballet Theatre (Amerikan Bale Tiyatrosu) Konuk Sanatçısı olan Acosta, çoğunlukla, kuşağının en büyük klasik dansçısı olarak görülmekte...

The Royal Ballet’te Kenneth MacMillan’ın Romeo adlı eserinde yıldızı parlamış olup performansından dolayı büyük övgüler almış: “Acosta’nın dansı coşkulu ve net olup müzikle yükselmekte ve vücudu havada sevinçle yayılmaktadır.” (The Independent).

- Sanatçının Gavin Evans imzalı olağanüstü fotoğraflardan oluşan galerisinde (flash ile verildiği ve "copyright" ile korunduğu için izinsiz buraya alamadığım 14. resim) ayaklarına yakından bakmak bile nasıl çalıştığı hakkında fikir vermeye yetiyor!Mamafih Evans'ın kendi sitesinde de aynı fotoğraf var: -

KARAGÖZ SANAT EVİ'NDE KAYALI SERGİSİ - Ayvalık

Ressam Gülseren Kayalı , Ayvalık’taki ilk sergisini, Karagöz Sanat Evi’nde açıyor.

Bölgenin sanatsal gelişimine destek olmak amacı ile yüz yıllık, mimari dokusu korunarak restore edilen yıkık bir Rum marangozhanesinde hayata geçirilen "Karagöz Sanat Evi", 5—20 Ağustos 2006 tarihleri arasında, Gülseren Kayalı’nın “Dünden Bugüne Resim Sergisi 1976-2006” retrospektifine evsahipliği yapacak...

KARAGÖZ SANAT EVİ
Cumhuriyet Cad. No.78
Ayvalık 10400
Tel: 0 266 312 65 61

http://www.cafeturc.com/
http://www.gulserenkayali.com/

Ayrıntılı bilgi Fügen Akkemik'te:
fugenakkemik@sanattanitim.com
http://www.sanattanitim.com

Pazartesi, Temmuz 17, 2006

CHIRAC'IN KULTUR SANATA ATTIĞI İMZA: Musée du quai Branly

Paris'in yeni bir müzesi daha olmuş da haberimiz yokmuş:
"Musée du quai Branly"!
Nitekim bu müzeden Jacques Chirac döneminde kültür ve sanata verilen önemin somut bir göstergesi olarak sözedildiğini söyledi bu haberi veren dostum... (Küçük resme tıklandığında Müze'nin web sitesini, büyük resme tıklandığında ise Le Monde gazetesinin bu müzenin açılış haberini görebiliyorsunuz... Hatta Le Monde sadece göstermiyor, duyuruyor da! O yüzden bu sayfayı şu anda iş yerinizden okuyorsanız bilgisayarınızın sesini kısmadan tıklamayın büyük resmi!!)
Aralık 1998'de Hükümet bu müzenin inşaatı ve koleksiyonun toplanması için € 167.69 milyon bütçe ayırmış.
Şu belgede ise harcama kalemleri görülüyor:
İnşaat: €204.3 milyon,
Bilgisayar teknolojileri: €12.4 milyon,

Sanatsal objelerin toplanması, onarımı ve "dijitalize edilmesi": €5,7 milyon,
Mediatheque": €6.4 milyon
"Multimedia": €3.7 milyon...
Müze, "açılışı şerefine" şu sıralar ücretsiz geziliyormuş...
Bu haberden benim çıkardığım dersler:

  • Fransa geç de olsa bilgi teknolojilerinin ve elektronik iletişimin önemini algılamış, eskiden içeri para ile girilen Le Monde web sitesinde şimdi sesli ve hareketli görüntü ile haberlere erişiliyor...
  • Siyasilerin "iz bırakma" hırsının kapsamına kültür ve sanatın girmesi insanlık için harika bir olgu olabilir (tersi de varit olmakla birlikte)...
  • Paris, kültür ve sanat kenti olma özelliğini kaptırmamakta kararlı...

Perşembe, Temmuz 13, 2006

Pazar, Temmuz 09, 2006

BOYABAT'A BİLGİSAYAR YARDIMI...

Boyabat Endüstri Meslek Lisesi'nden gelen bir mesaja göre elinizdeki fazla kitap ve bilgisayar aksamını göndemeniz çok makbule geçecek... Mesajı şuradan okuyabilirsiniz...

Çarşamba, Temmuz 05, 2006

TARIM POLİTİKASINA ETKİLİ OLMAK İÇİN ŞİİR YAZMAK...


"Ekinleri ne sevindirir,
toprak hangi yıldızda alt üst edilir,
hangi yıldızda asmalar karaağaçlara sarılır,
sığırlar nasıl bir bakım ister, koyunlar nasıl,
nasıl yetiştirilir tutumlu arılar,
işte şiirime bunlarla başlayacağım, Maecenas!"

KAYNAK: M.Ö. 70-19 yılları arasında yaşamış Roma'lı şair Publius Vergilius Maro'nun M.Ö. 30 yılında yazdığı "Georgica" şiiri.

Niye bu zahmete kalkışmış Vergilius, Maecenas kimmiş, hikayesi burada...

KOMETSEVERLERE İYİ HABER...

Bugün Paris'ten -Gürel Yontan'dan- gelen habere göre, başarılı bir operasyon geçiren Komet'in sağlık durumunda "korkutucu" bir şey olmayıp, yarın normal şartlar altındaki hastaların yattığı odasına alınacakmış... Ohhh... İçimiz rahatladı. Bütün sevenlerin gözü aydın...

Pazar, Temmuz 02, 2006

Mardin’e "Sakıp Sabancı Müzesi" mi "Mardin Sakıp Sabancı Kent Müzesi" mi?


Mardin Kent Müzesi'ne dönüşecek olan eski Vergi Dairesi...

"Mardin'e Sakıp Sabancı Müzesi" gibi başlıklar altında yer aldı haber kimi yazılı basın organlarında... Internet yayınlarında da aynı konuyla ilgili haberlerde müzenin adı ve genel bilgiler birbirinden çok farklı... "Sakıp Sabancı" adı "Kent Müzesi"nin önünde mi olmalıydı? Öyle mi olacak? Bilmiyorum. Ama bildiğim, Mardin'deki de dahil, "Kent Müzeleri"nin ÇEKÜL ve Tarihi Kentler Birliği'nin yıllardır yaygınlaştırmaya çalıştığı bir uygulama olduğu. Mardin projesi ise hani ne derler, "elim üzerinde" misali, bu iki kurumun ve Marev'in gündemini sürekli işgal eden maddelerin başında gelir. Mardin Valiliği de web sitesinde bunu vurguluyor zaten...
Tıklanınca neler çıkar kimbilir, ÇEKUL GAZETE 'sindeki haberler ve haber arşivinden de...

Yalnız Mardin mi?
- İşte Bursa Kent Müzesi...
İşte tarihe düşülmüş başka kayıtlardan bazıları:

"İzmir'e 70 yıldır hizmet veren Çankaya'daki tarihi 'İtfaiye' binası işlev değiştirerek, 'Kent Müzesi ve Arşivi'ne dönüşüyor... İtfaiye ise Yenişehir'de yaptırılan yeni merkezine taşınacak. Tarihi bina, Kent Müzesi olarak hizmet verebilmesi için restore ettiriliyor... 1930-32 yılları arasında inşa edilen ve birinci derece tarihi eser olarak 1988 yılında tescillenen, itfaiye hizmet merkezi olarak tasarımlanmış bina, erken cumhuriyet dönemi mimarisinin özelliklerini taşıyor ve yine o yıllarda inşa edilen ender betonarme yapılar arasında yer alıyor. 1932’den 2001 yılı sonuna kadar aralıksız itfaiye merkezi olarak hizmet veren bina şimdi İzmirli’lere yeni işleviyle başka bir hizmet vermeye hazırlanıyor: 'Kentsel hafıza kaybını önleme merkezi' ya da 'İKEMA"= İzmir Kent Müzesi ve Arşivi'... Müzenin amaçlarının başında toplumsal bilincin gelişmesi, estetik kaygının yerleşmesine katkı koymak geliyor. Ayrıca bu Müze, İzmirliler'i klasik müze ve kütüphanenin tekdüzeliğinden kurtaracak. Müzeyi ziyaret edenler, geçmişi eğlenerek araştırma ve öğrenme imkanı bulacaklar. Çünkü İzmir kent müzesi, insanların tüm duyularına hitap edecek şekilde tasarlanıyor ve günümüz teknolojisinin tüm olanaklarından yararlanılarak, sunulan içeriğin sürekli değişmesi planlanıyor...

Kent Müzesi ve Arşivi’nin anlamı...

Kent müze ve arşivleri yerel ölçekte ilk kez 19. yüzyılda, kültürel, ulusal kimlik ve hemşehrilik ruhu yaratmaya gereksinim duyan ABD’de görülmekle birlikte, ulusal ölçekli kurumlar olarak Avrupa’da eskiden beri bulunuyordu. Son 30 yılda, iktidarın yerelleşmesi sürecinde kent müzeleri ve arşivleri de tıpkı, temizlik, aydınlatma, yol yapımı gibi bir kentsel hizmet kurumu olarak algılanmaya başladılar. Ülkemizde de bu kavram ilk kez Tarihi Kentler Birliği’nin geçen ay çıkardığı 'Yönerge' (*) ile kurumsallaştırılmaya başlandı. Aynı tarihte Dr. Sabri Yetkin ve Dr. Fikret Yılmaz da İzmir projesinin sunumunu yapmışlardı... "

Yukarıdaki yazının tarihi 22 Ekim 2002! Devamı burada :
"70 Yıllık İtfaiye'den İzmir Kent Müzesi ve Arşivi'ne..."

"Kent Müzesi"ne dair başka bir anekdot:

“-Bizim niye güzel bir müzemiz yok?”
Yer; Kula’da bir düğün salonu, bir önceki hafta bu sayfadan duyurulan "Kula -Koruma, Yaşatma, Geliştirme, Araştırma, Proje, Uygulama- Sempozyumu"ndaydık. “Kenan Evren Etnografya Müzesi’nin Kula Kent Müzesi’ne Dönüştürülmesi Projesi” başlıklı bildirinin sunumunun ardından söz istedi ve aynen böyle sordu genç ortaokul öğrencisi. “Peki bunun nedeni Kula’nın coğrafi konumu olabilir mi?” diye de ekledi. “Hayır” dediler genç öğrenciye, “Kula bu konuda yalnız değil, kent müzesinin ne olup, ne olmadığının anlaşılması, coğrafi konumdan daha önemli”... Sonra kent müzesi kavramı hakkında daha ayrıntılı bilgi verildi. Sempozyumun en ilginç tarafı izleyicilerin arasında Kula’lı genç öğrencilerin de bulunması ve zaman zaman bilim insanlarına böyle ilginç sorular yöneltmeleriydi...
Bu yazının ayrıntıları da şurada...

"Şeytan ayrıntılarda gizli" denir ya, bu Internet'in yararlarından biri de bu galiba, deştikçe çıkan ayrıntılar... Son yazılarda "doğrucu Davut"luk gibi habire arşivden çıkardıklarımı buraya koymak zorunda kaldığım için huzursuz oluyorum biraz. Ama bugün bunları buraya koymasaydım daha çok canım sıkılacaktı. ÇEKÜL konuşmayı çok sevmez, fakat birinin de bunları naftalinli web sayfalarından bulup çıkarması gerekiyordu...

Sonuçta, bu kadar yıldan beri olgunlaştırılmaya çalışılan bir proje desteklenirken, destekleyenin "adı", projenin önüne geçmemeli, "ortasında" kalabilmeli hiç değilse... Yani, bence...

* * * * * * * * * * * * *
(*) Bahsi geçen Yönerge'de müellifinin Prof. Dr. Metin Sözen olduğu "Kent Müzesi" konusu aşağıdaki gibi yer alıyordu ki bu metnin yazıldığı yıl 2002'dir:

Kent Tarihi Müzeleri’ne Doğru...
KENTLERİN KİMLİĞİ MÜZELERİNE YANSIMALIDIR...

Çok yakın bir gelecekte nüfusumuzun büyük bir bölümü yaşamlarını kentlerde sürdürmeye başlayacak. Bilindiği gibi bunun temel nedeni,Yirminci Yüzyılın ikinci yarısında ivme kazanan kentlere yönelme sürecinin, günümüze kadar hızını hiç yitirmemiş olmasıdır. Artık sonuçlarıyla birlikte çok yönlü araştırılması gereken “göç olgusunun”, yaşamımıza, doğal-kültürel varlıkların yitirilmesine yaptığı olumsuz etkilerinin saptanması, aynı zamanda “toplumsal kimliğimizin aldığı yaraların” belirlenmesini de sağlayacaktır.

Kentlerin, beklediklerinin çok ötesinde yükle şaşkına döndükleri bu dönemde, her şeyin altüst olmasıyla birlikte “kentsel dokunun çöküşü”, bu arada yetkilerin belirsizliği-yetersizliği, örgütlenme biçiminin çağın gerisinde oluşu, kenti diri tutan temel öğelerin de yitirilmesine yol açmıştır. Bir anlamda hukuk dışı alana dönüşen kentlerde, önünü görmenin, geleceği tasarlamanın güçleşmesi, “ülke yönetimini besleyecek kaynağın kurumasını ” birlikte getirmiş, en küçük yerleşme biriminden büyük kentlere kadar Türkiye coğrafyasının her noktası, bu uzun süren sağlıksız ortamdan etkilenmiştir.

Böylesi bir geniş alanda “dinmeyen hareketlilik”, yerelden evrensele aktarılması mümkün özgün birikimlerin genelleşmesini önlemiş, bu arada kentlere gelenlerin kısa sürede “yeni hemşehri” olma şansı zayıflamış, herkes “getirdikleri ile gördükleri arasında bocalama” sürecini yaşamak zorunda kalmıştır. İster istemez bu durum, kentlerin sorumluluklarını artırmış, kendilerine özgü “kentsel eğitim ortamı” yaratmalarını önlemiştir. Günlük olayların ötesine geçmeyi kaçınılmaz kılan yaklaşımları, sorunlar yumağına dönüşmüş yerleşme yerlerinden beklemek, günümüz koşullarında olanaksız gözükmekte, “farklı örgütlenmelerle ortak bir dayanışma ortamı yaratmak” gerekmektedir. Böyle bir gündem oluşturabilmek için, geniş zaman dilimi içinde “kenti kent yapan temel birimlerin” büyük bölümünün ayakta tutulması, temel koşullardan biri olarak gözükmektedir.

Kısacası, gelinen bu noktada, kenti kent yapan temel öğeler daha fazla yitirilmeden nasıl korunabilir ve bu süreçte kentsel bilinç nasıl güçlendirilebilir? Öncelikle, Anadolu ve Trakya’nın farklı niteliklerle yüklü yerleşme yerleri, kendilerini ayakta tutan geçmişlerine yaşama şansı yaratmalı, onsuzyaşamın tekdüze olduğunu” bilmelidirler. Bununla yetinmeyerek, kentlerini yaşamın kopmaz “anlamlı parçası” kılmanın yollarını aramalıdırlar. Çünkü kentlerin de bellekleri vardır ve bu “kentte insanların niçin yaşadığının” temel göstergesidir. Edip Cansever’in “İnsan yaşadığı yere benzer/O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer/Suyunda yüzen balığa/Toprağını iten çiçeğe/Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine...” dizelerinde vurguladığı gibi, insanlar giderek yaşadıkları kentlerin “görünen varlığı, görünen yüzü” olmalıdırlar...

Bunu geçmişin ilişkiler ağı içinde sağlayan, kentlerin geleneksel dokularıdır. Kentin her noktasında, “evinde-sokağında-mahallesinde-çarşısında-pazarında”, “çocuklar-gençler-yaşlılar”, her yaş diliminde insanlar, birbirleriyle ve kentle ilişkilerini güçlendirecek biçimde yaşayabiliyorlarsa, o “kentte yaşam henüz diriliğini yitirmemiş” demektir. Bu hangi boyutta, hangi nitelikte olursa olsun “geçmişi olan kentler” için önemli bir ölçüdür. Artık sokaklarını çocuklar değerlendiremiyor, apartmanda insanlar kimlerle yaşadıklarını bilmiyorlarsa bu, gücünü ve niteliğini geçmiş birikimlerinden alan kentlerde bir şeylerin yittiğinin-tükendiğinin temel işaretleridir. Bunu önlemek, yaşamın anlamını yitirmemeye çalışmak, kentlerin “kendilerini ciddiye almalarına” bağlıdır. Dünyada değişik coğrafyalarda yeni kurulan kentlerin bulmaya, yaratmaya çalıştıkları, özlemini çektikleri öğeleri, “var olanların yitirmesi”, en dikkatli sözcükleri seçerek söylemek gerekirse, “toplumsal bellek çöküntüsüyle” ilgilidir.

Yıllar önce, kentlerin bu temel sorununa bir cevap niteliğinde olmak üzere ÇEKÜL Vakfı, birbirine bağlı bir dizi projeyi gündeme getirerek, ülke bütününü içerecek genişlikte uygulamaya dönüştürmeye çalıştı. Özellikle Yirminci Yüzyılın son on yılı içinde, kentlerde gittikçe artan “dağınıklığı önlemek”, “kültürel sürekliliğin anlamını vurgulamak” amacıyla önce, “7 Bölge 7 Kent” projesi kapsamına giren başta Kemaliye-Midyat-Kastamonu-Talas-Akseki-Birgi-Mudanya olmak üzere kimliğini koruyan kentlerde, özgün özelliklerini yitirmemiş bir geleneksel konutu “Çevre Kültür Evi” olarak onarıp değerlendirmeye başladı. Bu özlenen hedefe ulaşmada ilk adımdı. Kentlerde yeni dayanışma odaklarının gelişmesine bağlı olarak ardından bu kez, her kent için, “Kent Tarihi Müzesi” oluşturma düşüncesi gündeme getirildi. Bunun çıkış noktası, diğerinde olduğu gibi, kentlerin işlevini yitirmiş bir tarihi yapısını onararak kurtarmak, müzeyi bu yapıda geliştirmekti. Çok yönlü düşünmeyi gerekli kılan bu çabalarda, öncelikle “yerel yönetimlerin ve sivil toplum örgütlerinin sorumluluğu yüklenmeleri”, gözden kaçırılmaması gereken önemli bir noktaydı. Yerel yönetimlerin ve sivil toplum örgütlerinin kentlerinin kimliğiyle ilgili tüm verileri toplamaya ve değerlendirmeye başlamaları, binlerce bilinmeden gözden çıkarılacak değerlerin kurtarılmasını sağladığı gibi, gelecekte kenti “niteliğine uygun tanımak ve geliştirmek” isteyecek kurum-kuruluş-kişilere sağlıklı ortam hazırlamaktı. Adından da anlaşılacağı gibi, kentin hemşehrilerinin oluşturacağı bu müzelerde, ailelerin fotoğraflarından eşyalarına, yönetenlerin kentlerine yaptıkları katkılara, kentin içinde ve çevresinde bulunmuş tarihin her döneminin sonuçlarını içeren buluntulara, anılarla yüklü kişilerin kentin kimliğini belirleyecek açıklamalarına, kısacası kenti kent kılan her öğeye kapıları açık tutmaktı. Diğer değişik başlıklar altında işlevlerini sürdüren müzelerle birlikte “Kent Tarihi Müzeleri”, her noktasında hemşehrilerinin emeğinin yansıdığı bir kimlikle, “kentin varlığının doğru okunmasını” sağlayacak yeni bir iletişim ağının oluşmasına, eğitim kurumlarının dolaylı doğrudan etkilenmesine yarayacaktı. Müzenin içinde yer alacağı yapının onarımından başlayarak her evresi için gerekli giderlerin kentin yerel yönetimi, sivil toplum örgütleri ve hemşehrileri tarafından karşılanması, “sahiplilik duygusunun pekişmesi” açısından da büyük önem taşımaktaydı. Burada Kültür Bakanlığı’nın, çağın gereklerine uygun bilginin toplanmasına, objelerin kimliklerine uygun sergilenmesine, düzeyli yayınlarla tanıtılmasına “yönlendirici katkıları”, projenin niteliğinin artmasında, sürekliliğin sağlanmasında çok önemli bir nokta olarak gözükmekteydi.

Bu düşüncelerin ışığında, dünyada gelişmiş örnekleri de dikkate alarak, “kentlerin anılarla yüklü geçmişini-gününü-geleceğini doğru yansıtacak, kentlinin kendisinden kopmaz bir parça olarak göreceği ortamları yaratmak”, ortak bir görev olarak karşımızda duruyor. Kendini korumaya çalışan kentler, el yordamıyla da olsa ilk örnekleri vermeye başladılar bile. Tokat bölgesinden “Niksar”, duyarlı bir yaklaşımla kentini ilgilendiren her belgeyi bir araya getiriyor. Eski Hükümet Konağı’nın onarımı gerçekleşebilirse, yapıya ve belgelere ikinci bir yaşam sansı yaratılmış olacak. Antalya bölgesinde Elmalı, Kültür Bakanlığı’na başvurarak yönlendirici destek istemekte, tüm yükümlülüğü üzerine alarak en kısa sürede “Elmalı Kent Tarihi Müzesi”ni yaşama geçirmeye çalışmakta. Benzer süreçten, Erzincan bölgesinden “Kemaliye”, Ankara bölgesinden “Beypazarı” da geçmekte. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Mardin, kentin en görkemli yapılarından Eski Vergi Dairesi’ni onararak, “Mardin Kent Tarihi Müzesi”ne dönüştürme aşamasında. Bursa ise, özel bir programla eski bir başkent olduğunu gösterecek “Bursa Kent Tarihi Müzesi” ni Zafer Meydanı’nda oluşturmak üzere...

Kısacası her kentte bir “Çevre Kültür Evi”, bir “Kent Tarihi Müzesi” yaratma düşüncesi düş olmaktan çıkma yolunda... Bütün bu içtenlikli-bilinçli çabalar, salt bir müze oluşturma eylemi olarak nitelendirilmemeli, “yaşamı-kenti anlamlı kılma yolunda atılmış ilk adımlar”, aynı zamanda “bir bütünün kaçınılmaz parçası” olarak görülmelidir. Çünkü kentler artık, tüm varlıklarını yeniden değerlendirmeye, doğru kavramlara yaslanan “yeni kimlik arayışlarına” cevap vermeye yönelmekteler...